Küresel yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla iyice yalpalamaya başlayan ABD-Çin ilişkileri Asya-Pasifik üzerinden jeopolitik bir rekabete doğru keskinleşirken, iki ülkenin bölge çapındaki askeri faaliyetleri her geçen gün biraz daha yoğunlaşıyor.
Bir yandan içeride salgınla mücadele eden ve kritik bir seçim sürecine hazırlanan Donald Trump yönetimi Çin’i bölgesel açıdan çevrelemeye çalışırken, Çin de "agresif" bir söylem ve pratik üzerinden ABD’ye yanıt vermenin telaşı içinde hareket ediyor.
Asya-Pasifik’te devam eden ABD-Çin mücadelesi politik, askeri, diplomatik ve ekonomik alanlarda cereyan ediyor. Tüm bu alanlarda ABD’nin Barack Obama döneminden başlayarak gelişen itidalli “yeniden dengeleme” stratejisi Trump yönetimiyle beraber açık bir çevreleme stratejisine dönüşmüş durumda. Ayrıca Trump’ın nobran bir şekilde yürüttüğü diplomatik yaklaşım iki ülke arasındaki ilişkilerin istikrarsızlaşmasına neden oluyor. Salgınla beraber Çin’in bölgede artan faaliyetleri bölge ülkeleriyle ilişkilerini kötüleştirirken ABD ise özellikle Güney Çin Denizi’nde seyrüsefer özgürlüğüne dayalı devriyeler konusunda ısrarcı olmaya devam ediyor.
Çin’in askeri yetenekleri gelişiyor
Dünya ticaretinin ve enerji naklinin çok büyük bir kısmı Asya-Pasifik üzerinden gerçekleştiği için söz konusu bölgenin güvenliği özellikle Çin açısından hayati bir öneme sahip. Çin’in 90’lı yıllardan bu yana artan askeri harcamaları son zamanlarda ağırlıklı olarak askeri güçlerin modernizasyonuna odaklanmış durumda. Güney Çin Denizi'nde devam eden problemler ve Tayvan’la ilgili hususlar daha fazla rekabet unsuru haline gelirken Çin’in donanmayı geliştirme ve büyütme çalışmaları da hız kazandı. Ayrıca “Kuşak ve Yol” gibi son derece büyük yatırım projelerinin güvenliği de Çin için her geçen gün büyük bir önem kazanıyor.
Son birkaç yıldır Çin, özellikle Tayvan çevresindeki askeri tatbikatlarını artırdı. Geçen yıl Aralık ayında ikinci uçak gemisi Shandong’u donanmasına katan Çin ordusu büyümeye devam ediyor. Pentagon da yayınladığı son raporda Çin ordusunun kapasitesini geliştirdiği şeklinde bir uyarıda bulunuyor.
ABD kongresine sunulan yakın tarihli bir çalışmada ise Çin ordusunun kazandığı kapasitenin ABD’nin askeri avantajını sağlayan kritik sistemleri bozabileceği, devre dışı bırakabileceği hatta yok edebileceği vurgulanıyor. Çin ordusuna ait savaş uçakları Tayvan’ın hava sahasına yakın bölgelerde altı uçuş gerçekleştirirken, Liaoning uçak gemisi de iki defa adanın yakınlarında görülmüş durumda.
Çin ordusunun envanterinde iki uçak gemisi bulunurken üçüncü uçak gemisi ise yapım aşamasında ve 2024 yılında hizmete girmesi planlanıyor. Çin ordusunun kapasitesi ve yetenekleri hususunda Çin’de de eleştirel bir tartışma devam ediyor. Ordunun çok az deneyimi olduğu belirtilirken “barış zamanı alışkanlıklarından” kurtulması gerektiği konusunda bir konsensüs mevcut. Bu düşünceler nedeniyle 2015 yılında Devlet Başkanı Şi Cinping tarafından Çin ordusunda geniş çaplı reformlar başlatıldı. Bu reformların temel amacı Çin ordusunun teknolojik olarak sofistike rakiplere karşı kısa ama yoğun muharebeleri kazanabilme yeteneğini sağlamak.Söz konusu reformların hayata geçirilmesi ve sürdürülmesi sonucunda 2035 yılına kadar ulusal savunma modernizasyonunun tamamlanması hedefleniyor.
Ancak bu doğası gereği zor ve uzun bir süreç. Dolayısıyla giderek keskinleşen ABD-Çin rekabeti bağlamında Çin’in askeri gücünü ön plana çıkarması hususunda itidalli olması bekleniyor. Çünkü ABD ordusu hâlâ küresel açıdan yüksek manevra kabiliyetine sahip ve teknolojik açıdan son derece sofistike bir silahlı güç. Çin liderliğinin ekonomik kalkınmaya yönelerek diğer hususlarda düşük profilli bir süreç izlemesinin altında yatan temel nedenlerden biri de askeri modernizasyon açısından henüz istenilen seviyeye gelinmemiş olması.
Ayrıca Çin’de "nükleer caydırıcılık" üzerinden başlayan bir tartışma çerçevesinde Çin’in ABD’nin agresif kuşatmasına karşılık nükleer gücünün artırılması gerektiği savunuluyor. Bu arada Reuters’in haberine göre Çin Devlet Güvenlik Bakanlığına bağlı “Çin Modern Uluslararası İlişkiler Enstitüsü” (CICIR) tarafından hazırlandığı iddia edilen bir raporda “yükselen bir düşmanlık dalgasıyla karşı karşıya oldukları” belirtilirken iki küresel güç arasında içerisinde silahlı bir çatışmayı da barındıran “en kötü senaryoya” hazırlanılması gerektiği vurgulanıyor. Raporda ayrıca “Tiananmen olaylarından bu yana ABD-Çin ilişkilerinin en düşük seviyede olduğu” belirtiliyor.
ABD’nin Asya-Pasifik’te askeri hareketliliği artıyor
ABD ise bölgede bulunan Yedinci Filo ile askeri açıdan Çin’e yönelik bir dengeleme arayışı içerisinde. Yedinci Filo Japonya’nın Yokosuka şehrinde bulunuyor ve yaklaşık 40 bin deniz piyadesine ev sahipliği yapıyor. ABD’nin ayrıca Guam adasında da büyük bir deniz üssü bulunuyor. Bununla beraber bölgedeki ülkelerle yoğun bir askeri ve diplomatik ilişki kurmaya çabalayan ABD’nin Japonya, Filipinler, Güney Kore ve Avustralya’ya odaklandığı görülüyor. ABD savaş uçakları yılın başından bu yana Çin’e yakın sular üzerinde 39 uçuş gerçekleştirirken donanma faaliyetlerini de artırmış durumda.
ABD donanması 2020 yılı içerisinde bölge sularında seyrüsefer özgürlüğüne dayalı dört operasyon gerçekleştirdi. 2019 yılının aynı dönemine göre söz konusu faaliyetlerin üç kat arttığı belirtiliyor. Bu arada 4 Mayıs’ta Guam’da konuşlanmış ABD ordusuna ait iki B-1B uzun menzilli stratejik bombardıman uçağının Doğu Çin Denizi ve Tayvan’ın kuzeydoğu suları üzerinde uçuş gerçekleştirdiğini belirtmek gerekiyor. Çin medyasında ise ABD’nin bölgedeki askeri faaliyetleri "blöf" olarak tanımlanırken, ABD’nin Tayvan ve Güney Çin Denizi’ni kullanarak Pekin’e baskı yapmayı ve Çin’in bölgedeki etkinliğini kısıtlamayı amaçladığı işleniyor.
Bölgede rekabetin alevlenmesine neden olabilecek belli başlı problem unsurları olarak Doğu Çin Denizi’ndeki hegemonik mücadele geliyor. Doğu Çin Denizi’nde Sankaku adacıkları üzerinden sürdürülen tartışmalı bir egemenlik problemi bulunuyor. Bununla beraber Güney Çin Denizi’nde adalar üzerinden yaşanan egemenlik mücadelesi de bir başka önemli rekabet unsuru. Çin’in Güney Çin Denizi’nin tamamında egemenlik iddiasıyla bölge sularına komşu Filipinler, Vietnam, Malezya, Brunei, Tayvan, Endonezya gibi ülkelerle gerilimi giderek artıyor.
Son zamanlarda ABD ile Çin arasında Güney Çin Denizi’nde yaşanan sürtüşme bölgede tetikleyici bir gerginlik döneminin başlangıcı olabilir. ABD savaş gemileri USS Bunker Hill ve USS Barry’nin önce Paracel sonra da Spratly adaları civarında seyrüsefer özgürlüğünü gerekçe göstererek dolaşması, krize neden oldu. ABD savaş gemilerinin Güney Çin Denizi’nde devriye atmaya devam etmesi karşısında Çin ordusu bir açıklama yaparak ABD’yi “sorun çıkaran” olarak nitelendirdi. Ayrıca Çin’in bölgedeki çıkarlarını korumak için “yüksek alarm düzeyine geçtiğini” vurguladı.
ABD Yedinci Filosu ise “Güney Çin Denizi’ndeki yasadışı ve kapsamlı denizcilik iddiaları seyrüsefer özgürlüğü için ciddi bir tehdit oluşturuyor” açıklamasını yaparak gerginliğin devam edeceğinin işaretini vermiş durumda. Bununla birlikte geçen hafta Avustralya’ya ait bir fırkateynin ABD’li gemilere eşlik etmesi sonrasında Çin Savunma Bakanlığı sözcüsü Vu Çien; Çin’in ABD ve Avustralya ordularının faaliyetlerini “yakından izlediğini” söyledi. Güney Çin Denizi’nde Washington’un engelsiz erişim ve dolaşım özgürlüğü konusundaki ısrarcı tavrı, Çin’in bir güvenlik bölgesi oluşturma stratejisi ile uyuşmuyor.
“Çevrelemenin imkânı” ve büyük güç politikasında trajedi
2001 yılında yazdığı “Büyük Güç Politikasının Trajedisi” isimli eserinde John Mearsheimer, Çin’in güçlendikçe bölgesinde hegemon bir güç olmak isteyeceğini ve ABD’yi bölgeden çıkarmaya çalışacağını ileri sürmüştü. Ona göre Çin’in düşük profilli bir dış politika izlemesi ya da iki ülkenin karşılıklı ekonomik bağımlılığı “hegemonik karşılaşmayı” engellemeyecekti. Trump yönetiminin 2017 yılında yayınladığı ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinde ise Çin ve Rusya, ABD’ye meydan okuyan “revizyonist güçler” olarak tanımlanmış ve Amerikan değerlerine zıt bir dünya inşa etmekle itham edilmişti. Aynı zamanda Çin’in ABD’yi Hint-Pasifik bölgesinden çıkarmaya çalıştığı da belirtilmişti.
Akademi dünyasında ABD ile Çin arasında devam eden yoğun rekabetin Soğuk Savaş benzeri bir mücadeleye dönüşme olasılığı sıkça dillendiriliyor. Barack Obama döneminde “pivot to Asia” (Asya Mihveri) ile başlayan Çin’i dengeleme çabalarının Trump’la beraber bir çevreleme stratejisine dönüşmeye başladığı görülüyor. ABD Savunma Bakanı Mark Esper’in “Stratejik bir öngörülebilirlik sağlamak için bölgedeki askeri varlıkları artırmayı planlıyoruz” şeklindeki açıklamaları ABD’nin söz konusu askeri hareketliliği Pekin’e yönelik bir baskı aracı olarak kullanma konusundaki istekliliğini gösteriyor. Esper, askeri varlıkların artışının “yüksek derecede operasyonel bir öngörülemezlik” sağladığını da ekliyor.Öte yandan bu çevreleme iştahı ABD’nin kurumsal kapasitesi açısından da bazı soru işaretlerine neden oluyor. ABD’nin finansal açıdan kurduğu düzen sarsılmaya başlamış durumda. Çin ve Rusya’nın sürekli altın toplaması ve Çin’in “dijital paraya geçiş” planlarının belirginleşmesi bu açıdan önem kazanıyor.
ABD açısından yapılan ekonomik tahminler de iç açıcı görünmüyor. İlk çeyrekte yüzde 4,8 daralan ABD ekonomisinin ikinci çeyrekte daha fazla daralması beklenirken, işsizliğin yüzde 20’ye ulaşması bekleniyor. 20 trilyon dolardan fazla dış borcu olan ve her sene yaklaşık 1 trilyon dolar açık veren ABD ekonomisi son derece dar bir boğazdan geçiyor. Ayrıca başkanlık seçimlerine hazırlanan ABD’de yapılan anketler Trump’ı, demokratların adayı Joe Biden’ın gerisinde gösteriyor. Dolayısıyla Trump yönetiminin karşılaştığı sorunlar giderek birikiyor.
Çin, küresel ölçekte finansal bir güç merkezi olarak ortaya çıkarken, aynı zamanda ABD’nin ekonomik açıdan göreceli olarak etkisizleştiği görülüyor. Bu durum ABD’nin Çin’e yönelik söz konusu çevreleme stratejisini derli toplu bir şekilde inşa etmesini de engelliyor. Çin ise salgınla beraber kötüleşen küresel ekonomi nedeniyle Kuşak ve Yol gibi büyük projeler konusunda problemler yaşıyor. ABD-Çin arasındaki stratejik rekabet askeri, ekonomik ve politik dinamikleri şekillendiren bir model haline gelmiş durumda. Söz konusu rekabetin iki ülkenin birbirlerine yönelik niyetleri üzerinden şekillenen bir güç gösterisine dönüşmeye başladığını söylemek mümkün.
Asya-Pasifik bölgesinde iki küresel güç arasında artan sürtüşme, büyük bir savaşı değil belki ama bölgesel kriz ve çatışma risklerini artırıyor.
DENİZ HABER AJANSI