• BIST 9758.57
  • Altın 3083.401
  • Dolar 35.4602
  • Euro 36.6034
  • İstanbul 7 °C
  • Ankara 6 °C
  • İzmir 10 °C
  • Antalya 14 °C
  • Muğla 6 °C
  • Çanakkale 6 °C

Denizlerin Kartalı: İhsan Kalkavan

Denizlerin Kartalı: İhsan Kalkavan
HaberX yazarı Hülya Okur, futbol ve denizcilik dünyamızın önemli isimlerinden Beşiktaş Grup Yönetim Kurulu başkanı İhsan kalkavan ile görüştü.

Hülya Okur, futbol ve denizcilik dünyamızın önemli isimlerinden İhsan Kalkavan ile HaberX okurlarına özel bir sohbet gerçekleştirdi: Zaman zaman boyumdan büyük işlerin altına da girdim ama üstesinden geldim…

"Hiçbir zaman içki içmedim, sigara kullanmadım. Benim fıtratıma uygun olmayan ama hep bu masalarda oldum. Hep bu alemdeydim ama bu alemin insanı değilmişim… Gülen’in ticaretle hiçbir alakası yoktur… Fethullah Gülen’i savunmayacak, şahadetlik etmeyecek kadar, onu savunmanın bana düşmeyeceği kadar Türkiye onun ne olduğunu biliyor… Cumhuriyetimiz, Osmanlılar kadar denize önem vermedi… Devlet denizci olmadan, millet olamaz… Beşiktaş şampiyonluğa taşınacaksa, Sinan Engin gibi birinin şampiyonluk yolunda iyi bir destekçisi olacağına inanıyorum… “Bunlar Fethullah’çı, takunyalı, bunların futbol ayakkabılarını çıkartsınlar, takunyalarını giysinler!” dedikleri çocuklar, bu ifadelerden hırslandılar ve onları şampiyonluğa götürdüler… AK Parti yönetimine karşı teveccühüm var. Onların bütün başarılı stratejilerini, gayretlerini alkışlıyorum…"

“BEYAZ ŞAPKASININ YÜZÜNE VURDUĞU IŞIK OLMASA GÖRÜNMEYEN, GEMİNİN KALKIŞ SİRENİNİ PROSUNDAN ÇIKARAN VE ISPANAKLA ÇOK CESUR OLAYLARIN ALTINA GİREN TEMEL REİSİMİZİ BANA BİR KEZ DAHA SEVDİREN SAYIN KALKAVAN İLE DENİZDEN ÇIKAN BİR MAHSÜLÜN TADINI PARMAKLARIMIZLA YİYEREK ÇIKARTIR GİBİ ‘TABİİ’, FUTBOLU YEŞİL SAHADA PİKNİK YAPAR GİBİ ANARAK ’TEDAİ’, SECCADENİN DESENİNDEN GİRDİĞİMİZ CAMİ KAPISI GİBİ ‘ULVİ’, TAHTEL BAHR’DA GERÇEKLEŞİYORMUŞ HİSSİ VERMESİ BAKIMINDAN ‘BEDİİ’ SÖYLEŞİMİZİ HUZURUNUZA SUNUYORUM!”

HÜLYA OKUR-60’ıncı yaşınızın içindesiniz.60’ı,6’dan anlatmaya başlarsak, sizi denizci kıyafetleriyle poz veren bir çocuk olarak tahayyül edebilir miyiz?

İHSAN KALKAVAN- 15 Eylül 1948 doğumluyum. Denizci kıyafetiyle pozum var mı bilmiyorum ama kendim aynı zamanda uzak yol güverte zabıtıyım. Aynı zaman da kaptanım. Armatör olduğum gibi. Belki birkaç resmi kıyafetle değil, yedek subaylığım deniz kuvvetlerindeydi. Oradan kıyafetlerim var tabi. Medya da yer aldı. Yediğim her lokmada denizin çok ciddi bir payı var. Çünkü babam, onun dedesi kaç jenerasyon olduğunu bilmediğim bir denizci aileden geliyoruz. Dolayısıyla bizim için ana sektör, lokomotif sektör ve amiral işimiz denizcilik sektörü.

HÜLYA OKUR- Eşiniz Münire Hanım, Oğlunuz Yavuz Kalkavan sizin şirketlerinizin pek çoğunu devrettiğiniz bir veliahtınız. Kızınız Yeşim ve torununuz Efe sizin kayığınızı ters çeviren bir ağırlık mı, yoksa kayığı yata dönüştüren bir genişlik mi kattılar hayatınıza?

İHSAN KALKAVAN- Benim hayatıma genişlik kattı mutlaka ama şirketler büyük ölçüde bir aile şirketi. 30 yıldır kurumsallaşma yolunda. Babamın zamanında kollektifti. 50’Lİ yıllarda kolektif olarak kuruldu. 67’li yıllarda anonim şirkete dönüştü şirketlerimizin bazıları. Mevcut anonimlerin sayısı zannediyorum 20’nin üstündedir. 40 yıldan buyana şirket sayıları gittikçe arttı. Bunların içerisinde ailemin hisseleri var ama şirketler kurumsallaşma yolunda ve çok yakın çevremin de şirketlerde hisleri var. Eskiden anonim şirketlerin sayıları, kardeşlerimle ortak olduğum zaman, kardeşlerimle ayrıldıktan sonra hisseleri tamamlama açısından, aileme intikal ettirdik. Ama şu anda bütün şirketlerin kontrolü oğlumda. Bende yönetim kurulu üyesiyim. Zaman zaman yönetim kurulu toplantılarına katılıyorum ama büyük ölçüde de sadece dinleyici olarak katılıyorum.

HÜLYA OKUR- Onu tüm bunları yapmaya muktedir görmeniz ne güzel…Peki hayatınızda Fırtınaya birlikte gelen gençlik akıntısıyla, rüzgârlı gönül dallarına tutunmadan, pusula ve haritayı denize fırlatacak güçte hissettiğiniz dönemler oldu mu?

İHSAN KALKAVAN- Ben hayatımda kendimi hep güçlü hissettim. O kadar çok özgüven var ki, belki erişemeyeceğim, ulaşacağım konulara bile çok kolaylıkla girebileceğim bir intiba her zaman bende hasıl oldu. Zaman zaman boyumdan büyük işlerin altına da girdim ama üstesinden geldim. Beni zorlayan kısım, perpespektiften baktığımda, benim için çok kolay kanata gelen meselelere dahi kendimde özgüven hissediyorum. Daha sonra o işin o kadar kolay olmadığını, işin içine girince görüyorum. Bu iyi bir fizibilite çalışmasının yapılmasından değil, kendime olan özgüvenden kaynaklanıyor. her şeyin çok rahat üstesinden geleceğime inandığım için, olayları küçümsüyorum. Yani bir şeye inanmak, onu başarmanın yarısı kabul edersek, ben her şeye çok büyük bir inançla giriyorum. Sonunda becerememe diye bir şeyi kesinlikle kabul etmiyorum. Zorda olsa ciddi mücadeleler vererek onun üstesinden geliyorum. Üstesinden gelmediğim, çok kolay zannettiğim bir dünya turum vardı, iyi bir parkurum olmadı. İyi bir parkurum olmadığı için üstesinden gelemediğim, çok istisna olduğum bir iki konu vardır. Yine Kore’den buraya karayolu ile gelmek istedim. Bu da bir seyahattir. Buda büyük bir trafik kazasıyla inkita’ya uğradı ama bunlar sadece inkita’ya uğradı. Yani bunlar benim için hala havlu atılmış bir meseleler değil. Sadece inkita’ya uğradığını kabul ettiğim meseleler.

HÜLYA OKUR- En büyük kitabınız Kitab-ı Bahriyemi oldu, yoksa Fethullah Gülen’in önünüze açtığı Kuran-ı Kerim mi, yada ben insanlığımı yazdım onu okuyorum mu diyorsunuz?

İHSAN KALKAVAN- Ben tabi hoca efendiyi tanıdıktan sonraki dönemi çok daha farklı bir dönem olarak kabul ediyorum. Çünkü ondan önce benim tahmin, tahayyül etmediğim, fıtartıma uymayan..Çünkü hiçbir zaman içki içmedim, sigara kullanmadım. Benim fıtratıma uygun olmayan ama hep bu masalarda oldum. Hep bu alemdeydim ama bu alemin insanı değilmişim. Daha sonra hoca efendiyi tanıdıktan sonra tamamen eğitim, insanlığın gelişmesi, insanlığa katkı, insanlığa çaba, insanlığın yücelmesi, insanın iyileştirilmesi, Türkiye’nin en büyük sorunu olan eğitim sorununa çözüm getirebilme gayretleri bana çok daha cazip geldi. Ondan sonra yaşamım, insanlık adına müsbet bir şekilde değişti.

HÜLYA OKUR Türkiye'de devlete ilk hediye edilen okul 1934'de Rize'deki İbrahim Kalkavan İlkokulu'dur.Türkiye'nin en büyük Anadolu liselerinden birini Mersin'de yaptınız. Okul yaptırma hususundaki hayırseverliğiniz ve eğitim bilinciniz dışında sizin ders sırasında dışarıda oynan maça yada teneffüs ziline karşı duyarlılığınızı sormak istiyorum…

İHSAN KALKAVAN- Küçükken her çocuk kadar futbola ilgim alakam vardı. Benim belki biraz daha fazlaydı. Mersinde eğitimimi yaptığım yıllarda, Mersin igman yurdu aday kadrolarından biriydi. O zaman Bursaspor, Eskişehirspor, Mersin İgman yurdu, üçü, Anadolu’nun popüler takımıydı. Mersin’de bunların arasında yarışan, bu birinci linke çıkabilme gayretinde olan bir takımdı. O zaman bir-iki futbolcu benim sınıfımda okuyorlardı. Gerek onların vasıtasıyla, gerekse futbola duyduğum ilgiden ötürü, Mersin’in 1.lige çıkması esnasında aktif değilse de, tribünlerde, onları destekleyici ciddi rol aldım, katkım oldu. Mersin İdman Yurdu’yla başlayan bu futbol sevdası ve sevgisi İstanbul’a gelip, eğitimin devamını yaptığım dönemlerde Galataspor kulübü başkanlığına kadar götürdü beni. Daha sonra Beşiktaş’a olan aşkım, Beşiktaş yöneticiliğine taşıdı. Beşiktaş’a başkanlık yaptığım dönemde de herkesin bildiği gibi, futbolun patronu iken 3 sene şampiyon olduk.

HÜLYA OKUR- Ahmet Hakan sizi “modern, kalender, sonradan dindar, iyi huylu, hırssız, aykırı bir işadamıdır. En önemli özelliği ise Fethullah Gülen’e duyduğu yakınlıktır.” Diye tarif etmiştir. Bu tariften bir İhsan Kalkavan çıkar mı sizce?

İHSAN KALKAVAN- O lafı diyemez. Ona onun gücü yetmez.

HÜLYA OKUR- 2005 yılında Güney Kore'de yaptırdığınız 165 bin tonluk tanker gemisini teslim alıp, Pekin'e geçmiş,sonra karayolu ile yapmak istediğiniz "İpek Yolu" gezisinde talihsiz bir kaza geçirmiştiniz. Bundan önce 14 Temmuz 2004 tarihinde 10 metrelik Afra adlı tekneyle denizlere açılmıştınız. Kendinizi farklılıkların zamanla farklı olmayana dönüştüğünü anladığınız zaman bir maceranın daha sonudur diyip başka bir macera başlatan kimse olarak görüyor musunuz?

İHSAN KALKAVAN- Biri yıllardan beri, idealim olan dünya turunu gerçekleşmekti. O mümkün olmadı, Cebeli Tarık’tan döndük. Ondan sonra Kore’den aynı parkuru, 3 ay içerisinde karadan yaparak, rekor kırmak istedim. Denizden ve karadan bir güzergah takip edip, böyle bir seyahati gerçekleştirmek istedim. Denizden olan bölümünü geldim. Karadan olanı gelemedim.

HÜLYA OKUR- Tekne turuna çıkarken Reha Muhtara, "Herkes bu kadar zengin adam 10 metrelik tekneyle mi dünya turuna çıkar' diye soruyor. Oysa ben lüksten şatafattan nefsimi kontrol edebileceğimi kendime gösterebilmek için bu zorlu uğraşı seçtim" dediniz. "Yoksulluğa katlanmak ayıp değildir; ama ondan kurtulmayı bilmemek ayıptır." Diyerek mi bu geziyi yarıda bırakmıştınız?

İHSAN KALKAVAN- Hayır. Ben bu geziyle şunu ispat etmek istedim. 1981 model bir tekneydi. Çok ucuz, çok eski bir tekneyle de bir insan yani benim konumumda bir insan bunu yapıyorsa çok dar gelirli ve az imkanlara sahip kişilerde bu dünya turunu becerebilir. Ucuz bir tekne alarak. Onu özendirmek istedim. Nitekim tekneden yana bir derdim yok. O tekne yine bende. Ege’de. Onu çok severek kullanıyorum. Çok lüks teknelerimde var ama benim en çok sevdiğim tekne hala o tekne. Mesela Bodrum’da benim çok lüks, 27 metre bir falkon yatım var ama ben afra yani 10 metre olan küçük teknede kalıyorum. Öbüründe de misafirlerim olursa onları ağırlıyorum.

HÜLYA OKUR- Ailenizden Kuzeniniz Kahraman Sadıkoğlu’nun da, Irak'ta rehin tutulması ve ödenilen fidye sayesinde serbest kalabilmesiyle ilgili bir macerası var. Bu doludizginliğin yarıştığı şey ne? Yani olaylı bir sinsile, dolaylı bir siliklikten daha çok mu tercihiniz olurdu size sorulsaydı?

İHSAN KALKAVAN- Aile genelde sakin değil. Uçuk da diyemem ama bu ölümlü dünyada hep bir şeyler yapma gayretinden oluşmuş fertlerden müteşekkil. Ben bütün akrabalarımın faaliyetlerine bakıyorum. Hepsi kendi çapında bir misyona sahip. Dolayısıyla onun için zaten çok kalabalık görünse de çok kalabalık bir aile değiliz. Herkes kendi çapında belli bir ismi olduğu için aile çok kalabalık görüntüsü veriyor. Aile yapı itibariye; heyecanı, macerayı, dünyada yaşamanın tadını çıkartma, kimisi hayatta bir şeyler alabilme, kimisi de bir şeyler verebilme gayretinde olan fertlerden müteşekkil. Yani silik yaşayan çok az.

HÜLYA OKUR- Çin kazasını "Sol kol" hasarıyla atlattınız. " Anostomoz" denilen cerrahi yöntemle, kolu besleyecek damarlara kan verildi. Peki dostluk anlamında sağ yada sol kolunuzu yitirmiş hissettiğiniz oldu mu?

İHSAN KALKAVAN- Evet oldu. Dostluk anlamında değil ama kardeşim öldüğü zaman, o gündeler medyaya öyle intikal etti, “sağ kolum gitti” dedim ama belki de hem sağ kolum, hem sol kolum gitti. Kaza esnasında sadece kolumdan değil, sırtımdan, başımdan, omzumdan, kürek kemiğime kadar çok ağır hasarlar aldım. Ama tabi kesilmesi %90 ihtimal olan kolumu, çok değişik bir mikro cerrahi operasyonla Çinliler, dünyada tatbikatı çok az olan, çünkü tandonları falan da yerleştirdiler. %75’e yakın başarılı bir operasyonla, Cenab-ı Allah’ın da lütfu ve onların emeğiyle gerçekleşti.

HÜLYA OKUR- Asya Finansta Fethullah Gülen ile ortaklık sorularınıza, o 1 numaralı hesabın, bende 2 numaralı diye yanıt veriyorsunuz. Işık Sigorta, gemiler ve hastane ile ilgili işlerinizde satılan bir şey olduğunda sizin, alınan bir şey olduğunda da onun andının anılmasından rahatsızsınız. Peki Gülen ile ticari kâr ortaklığı içine girmeniz yada girmemeniz kimin misyonuna ters düşen bir durum olurdu?

İHSAN KALKAVAN- Gülen’in ticaretle hiçbir alakası yoktur. O yakıştırmalara kızdığım için o ifadeleri kullandım. Asya Finans ta biz, ona bizi onore etmesi gayesiyle bir hesap açtırdık ama onu da kullanmadı. Asya Finans’la bütün rolü o kadardır. Çalışmayan bir hesabı var. Bunun dışında Asya Finans’ın 250’ye yakın ortağı vardı. Şu anda belki 150’lere düştü. Onların sevgisi dışında da bir bağı yok. O hesaba da 10 kuruşluk işlem girmesi bugüne kadar.

HÜLYA OKUR- Fatih Altaylı’nın üzerinde durduğu bir konu vardı: Asya Finans'ta ve Işık Sigorta'da Kurucu başkan olmanıza, Bankalar Kanunu'na ve Sigorta Murakebe Kanunu'na göre bu alandaki sabıkalı birinin, affa uğramış bile olsa banka ve sigorta şirketlerinde yönetim kurulu üyesi olamayacağıydı. Sizce bu hükümler ile üstlendiğiniz görev arasındaki dürüstlük ilkesi ne idi?

İHSAN KALKAVAN- Bu davayı kaybetti. Ve belli bir tazminat verildi. Sabıkalı bir insan memlekette banka sahibi değil, bir çok şeyin sahibi olamaz. Öyle bir şey yok. O da medyadaki bazı arkadaşları gibi çok rahat iftira atabilen bir tip. Bu iftirasının bedelini ödeyecek.

HÜLYA OKUR- Gülen'e, ‘Laik devlet düzenini yıkarak, yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup faaliyetlerde bulunduğu’ gerekçesiyle açılan davalarda Kalkavan’ın şahitliği gerekseydi ne derdi?

İHSAN KALKAVAN- Böyle şeyleri saçma görüyorum. Bu iddiaları ortaya atanlardan binlerce kere fazla vatanını, milletini ve bu milletin her ferdini kucaklamış, sevmiş, onlar uğruna kendini adeta feda etmiş bir insandan bahsediyoruz. Bu insanı bu tür şeylerle itam etmek, müteattitkez bana düşmez ama bu konuda sorulan sorula bu şekilde cevaplar vermişizdir. Bu memlekette Donkişotluk yapan, vatanın bazı meselelerinde kendine göre çıkartmaya çalışan insanlar, bulanık suda balık avlamak isterken, bir takım şeyler atfediyorlar. Onların bütün düşünceleri zaman içerisinde çürüyüp gidiyor zaten. Fethullah Gülen’i savunmayacak, şahadetlik etmeyecek kadar, onu savunmanın bana düşmeyeceği kadar Türkiye onun ne olduğunu biliyor.

HÜLYA OKUR- Fethullah Gülen, İslami cemaat önderleri arasında en gerçekçi değerlendirmeleri yapan isim , dünyada olup bitenlerin farkında, felsefeyi bilen, hitabeti iyi ve barışçıl diye bilinir. Siz şeyh-mürid ve “Fetullah Hoca’yı göremediğim zaman burnumun direği sızlar. Sevgilimi görememek kadar çok etkiler beni!” demeniz gibi bir aşk ilişkisinden münezzeh tutarak onu nasıl anlatırsınız?

İHSAN KALKAVAN- Onun beni anlatan bir takım yazılı ifadeleri var yanımda. Onun beni anlatan ki kalp kalbe karşı. Benim ona, onun bana çok ciddi bir teveccühümüz var. Doğrudur ben onu görmediğim zaman, burnumun kemiği sızlar! Ayrılık üzdüğü zaman ilk fırsatta gidip görürüm. Ama mürid-şeyh gibi yakıştırmalar, Ahmet Hakan’ın yakıştırması ve ben bu şekilde düşünenleri zavallı diye nitelendiriyorum. Fatih Altaylı da bunların hepsi, irtifa kaybeden insanlar. Çünkü hiçbir zaman güneşi balçıkla sıvamak mümkün değil. Ve sonunda da kendi balçıkları içinde kaybolup gidiyorlar. Yani bu yakıştırmayı, Fethullah Hoca ile bana yapabilmek, onları gücü kapasitesi dışında. Reyting uğruna yapılmış basit yakıştırmalar bunlar.

HÜLYA OKUR- Şu şunu dedi, bu bunu dedi tarzı sorulara sporu konuşurken tekrar geçeceğiz maalesef…Denizcilikte Beşiktaş Group’a sahipsiniz. Türk denizcilerinin sadece armatör kimliğinden sıyrılıp, tersane, yatçılık, marina ve yolcu gemisi işletmeciliğine de girmesi konusundaki tutukluğunu neye bağlıyorsunuz?

İHSAN KALKAVAN- Denizcilik son 70 seneden beri dünyanın en cazip meslekleri arasına girdi. Ve en iyi para kazanan sektörü. Bütün denizcilerin büyük bölümü, mesela benim akrabalarım da Türkiye’nin büyük otellerini satın aldılar. Bizde otelciliğe girdik. Ben 90’lı yıllarda zaten girmiştim. Bunun dışında bir sürü konulara girdik. Neticede biriken fonları yine yatırıma dönüştürme gayesiyle yapılan işler bunlar. Tek kulvarda kalmamak için. Ama her zaman için ana sektör denizcilik.

HÜLYA OKUR- Denizcilik derken mavi yolculuk, marinalar, özel limanların tanıtımında, Yabancı sermayeyi de buraya çekmekte hangi aşamadayız? Kendi içimizde İstanbul’da yaşayıp, boğaz turuna çıkmaktan mahrum kalışımızı nasıl anlatırsınız?

İHSAN KALKAVAN- Henüz biz denizci millet değiliz, biz akıncı milletiz. Düne kadar denizi, temaşa ediyorduk. Bunlar için kitaplar yazmak gerekir. Düne kadar sahillerimiz, belli villalara parsellenmişlerdi. Ve biz tecrit edilmiştik. Diyelim ki en güzel sahillerimiz, Kumburgaz vs. Türkiye’de denize girilebilecek bütün yerler, sahildeki kıyı şeritlerinin villarına ve apartmanlarına tahsis edilerek halk zaten, kullanma hakkı dar yerlerde tecrit edilmişti. Denize girmek, dünyanın en ucuz sporlarından biriyken, Türkiye’de çok pahalı bir yöntem. Buradan Tekirdağlara falan gideceksiniz, bir kıyı bulmak için. Altınızda araba olması lazım. Banliyöler eskiden Florya’ya kadar götürüyordu insanları. Orada bir güneş plajı vs vardı. Sonra polip asitleri falan da oralarda denize girmeyi kısıtladı. Derken bugün temiz bir kıyıya gidebilmek için ya Kilyos’a gideceksiniz, orası da genelde dalgalı ve kuzey rüzgarlarına açık olduğu için boğulmalara sebep olan bir bölge. Altınızda araba olmadan saatler süren trafikle gidip dönmeniz mümkün değil. Yada Kumburgaz’a gideceksiniz. Eskiden denizci millet olmadığımız, yapısallaşmada bile kendini göstermiş. Biz her yere giderken, deniz vasıtalarından ziyade kara vasıtalarını tercih ediyoruz. Denizlerle çevrili ülkemizin kıyılarından, limanlarından hiç istifade etmeye bakmamışız. Osmanlı zamanında Haliç seferleri yapan tekneler varken, cumhuriyet döneminde onlarda kaldırıldı. Her şey arabalara dönüştü. Cumhuriyet tarihimiz, Osmanlılar kadar denize önem vermedi. Osmanlı zamanında Akdeniz’i bir göl haline getirdik. Sonra bırakın gölü, Akdeniz’deki adaları bile daha sonraki anlaşmalarda verdik.

HÜLYA OKUR- Oruç ve Hızır Reisler, Barbaros Hayrettin Paşa, Turgut Reis, Kemal Reis gibi bir geçmişe denizcilikte kaç ülke sahip olmuştur diye hayıflanıyorsunuzdur…

İHSAN KALKAVAN- Evet aynen öyle..Bugün bırakın dünya çapında bir armatörümüz yok. O açıdan biz akıncı bir milletiz.

HÜLYA OKUR- Yolcu taşımacılığında da çok gerideyiz galiba!

İHSAN KALKAVAN- Yolcu taşımacılığında bir zaman bizim aile, devletle bir Karadeniz hattında yolcu gemisine girmişti. Karadeniz yolları kötü olduğu için bir tek o hatta yolcu gemisi vardı. Zaman zaman devletle rekabet ediyoruz diye, devlet yolcu gemisi taşımacılığını yasakladı. Kendi özel yaptı yıllarca. Sonra bizi teşvik edip, niye girmiyorsunuz dediler. Yolcu taşıma apayrı bir kültür olduğu için bu kültüre sahip olmayan denizciler, kolay kolay cesaret edemediler. Fakat bu bir nevi amme hizmeti çünkü halka zamanında deniz sevdirilmediği için. Adaları bile Gayrimüslümler işgal etti çünkü Türkler gitmek istemiyor. Çünkü adalar batar diye. Marinalarımız yok. Bir sandala sahip olanı, belediyeler daha dikkate almamış. Denizde bir vasıtası olanı, onu hava şartlarından koruyabilecek, kurtarabilecek küçük, ucuz marinalar düşünmemiş. Küçük çapta dar gelirli ailelere denizi sevdirebilecek, onların küçük teknelerini koruyabilecek bir belediye hizmeti henüz daha yok Türkiye’de.

HÜLYA OKUR- Ulaştırma türleri arasındaki dengesizliğin giderilmesi için, yurtiçi yük taşımalarında %3, yolcu taşımalarında ise neredeyse hiç yer almayan denizyolu taşımacılığının geliştirilmesi amacıyla yurtiçi denizyolu taşımalarında ÖTV liman tarifeleri indirim uygulamalar devreye sokulmuştur. Bu ve benzeri konularda Hükümetin desteğini hangi boyutta görüyorsunuz?

İHSAN KALKAVAN- Devlet denizci olmadan, millet olamaz. Bunun başını devlet çekecek. Allah’a şükürler olsun. AK Parti hükümeti geldiğinden bu yana, bilhassa; Binali Yıldırım gibi deniz kökenli bir bakanımız Erzincanlı olsa bile, Yüksek Denizcilik Teknik Makine Mühendisi mezunu olduğu için, ben şu açıdan şükrediyorum; bir denizci bakanımız var. Bu denizci bakanımız fevkalade güzel işler yaparak en azından Marmara’da, bir çok iskeleye seri seferler düzenleyerek, Türkiye’deki Marmara trafiğini büyük ölçüde rahatlattırdı. Bu şekilde denizi sevdirdi. İlk Bandırma seferleri müşteri bulamazken, bugün 5,6 hatta çalışan İdo Gemileri full çalışıyor. Bunlar gittikçe tüm sahillere sirayet edecek ve deniz seven insanların sayısı artacak.

HÜLYA OKUR- Türk bandıralı Savarona isimli yat, Türkiye Cumhuriyetinin olduğu halde, dönemin başbakanının Cumhuriyetin 50. yılı kutlamaları çerçevesinde bu yatın Japonya’dan satın alınıp, Türkiye'ye getirilmesi talimatını verdiği, son kullanıcısının onu 49 yıllığına kiralamış olmasıyla düğümlenmesi noktasında, yatın maliki, donatanı, intifa hakkı ile ilgili doğan muallak, bizim armatörlüğümüzün, amatörlüğümüzle karışması mı demekti?

İHSAN KALKAVAN- Yok ben orada alınan kararı çok yadırgamıyorum. Zaten o yat, ölüme terkedilmişti. Bir iki kez durduğu yerde yandı. Heybeli ada da kendi kendine yandı. Gölcükte, benim yedek subaylığım döneminde tekrar yapılırken yandı.Her nedense o önemli yat bir tülü layık olduğu şekle dönüşmemişti. Sonra Kahraman Sadıkoğlu bir Japon’la ortak olarak bunu 49 yıllığına alıp restore etti. Çok ciddi bir yatırım yaptı. Bugün Atatürk’ün şahsına, kişiliğine layık bir hale getirdi. Bugün o yat yaşıyor ama inanıyorum ki, devlet o günlerde bu yat üzerinde böyle bir tasarruf düşünmeseydi, bu yata bu kadar ciddi yatırım yapması devlet açısından bir lükstü ve kullanacağı da mekan da yoktu. Bu şekilde yapıldığı iyi oldu. Ama en azından müze gibi de kullanılabilirdi. Bazı değerlerimize kıymet veremiyoruz, onlara yeterince sahip çıkamıyoruz. Bu tasarruf da yatı diri ve canlı tutmakta bir vesile, sebep oldu.

HÜLYA OKUR- Uğur Mumcu'nun ‘‘Silah Kaçakçılığı ve Terör’’ adlı kitabında da sizin adınıza rastlanıyor. Kitabın 187. sayfasında Kalkavan'a ait kaçak tolienlere el koyan Gümrük Muhafaza Bölge amiri Niyazi Eren'in nasıl görevden alınıp, sürüldüğü anlatılıyor. Buna benzer birde bir köşe yazısında, Saadettin Tantan imzalı Ordu komutanlığı başlıklı belgeler yayınlanmıştı. Bu iddialar ve siz nerdesiniz?

İHSAN KALKAVAN- Hiç bunların ne kitabını gördüm. Atfedilen şeylerle nasıl bir ilgi kuruyorlar. Ona inanamıyorum. Benim devletten aldığım tankerleri, 5 yıl sonrada ucuza aldı diye alındı verildi. Ben hiçbir zaman devletim yine benim devletimdir. Bana atfedilen şeylerle ilgili en ufak bir cezaya maruz kalmadım ama hoca efendi ile ilgilim olduğu için çok iftiralara maruz kaldım. Hoca efendi karşıtlarının iftiraları söz konusu olmuştur. Ama İhsan Kalkavan’ın sicilinde en küçük, ne bir leke, ne bir ceza, ne bir mahkeme kararı söz konusu değildir. Nede en küçük bir af söz konusudur. Ben kendimi, kendime sorumlu kabul ediyorum. Vicdanımı rahatsız eden en küçük bir olay yaşamadım.

HÜLYA OKUR- Beşiktaş yöneticiliğiniz sırasında, 3 yılda Kara Kartal’ın 3 şampiyonluğunu görmeniz nasip oldu. 1800 yılların ortalarında Karadeniz'den bu tarafa gelen aile büyüklerinizin Beşiktaş'a yerleşmesi ve 1900'lu yılların başında Beşiktaş’ın sizin ailenizin bulunduğu Serencebey'de kurulması ile başlayan bu tutku sizi siyah ve beyaz dışında giyinmemeye kadar götürmüş. Peki mavi ve yeşilin buluşması mı, siyah ve beyazın ayrılığı mı sizi tamamladı?

İHSAN KALKAVAN- Şimdi ben İstanbul’da doğdum. Mavi ve yeşil derken babamın memleketi. Orayı da çok seviyorum. Ama tabi siyah beyaz, mahallemizin bir takımı olarak düşünüyorum; oranın bir çocuğu olarak. Siyah- beyaz benim şirketimin de forsu haline dönüştü. Siyah-beyaz renklere 3 yıl hizmet ettim, ve başarılıydım. Güzel günler geçirdim. Şirketlerimin ve gemilerimin adında ‘Beşiktaş’ kelimesini ve siyah-beyaz forsunu kullanıyorum. Siyah beyaz renkleri çok seviyorum ama yazın o renkleri giyinme şansım olmuyor.

HÜLYA OKUR- Rus KGB ile Amerika'daki FBI gizli istihbaratlarında yönetim listeleri alınırken, Beşiktaş yönetimi ısrarla kongre üyelerinin isimlerini açıklanmamasına ne diyorsunuz? Sinan Enginin takıma dönüşünü nasıl karşılıyorsunuz? Ertuğrul Sağlam Beşiktaş’ın yükünü kaldırabilir mi?

İHSAN KALKAVAN- Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi, “Benim başkanlıkta yaptığım en iyi şey, Ertuğrul Sağlam’ın getirilmesidir” diyor. Bende buna katılıyorum.Dışarıdan bir taraftar olarak en iyi yapılan iş gözüyle bakıyorum. Beşiktaş şampiyonluğa taşınacaksa, Sinan Engin gibi birinin şampiyonluk yolunda iyi bir destekçisi olacağına inanıyorum. Menejer olarak bu isim çok güç verecektir. Buna da çok inanıyorum. Üyelerin gizli tutulmasını da, seçimlerde bir avantaj olarak görüyorlar. Süleyman bey’de yapardı bu işi. Kongre üyelerini, başkan adaylarına bildirmezdi onlara ulaşılmasın diye. Kalenin içindeki gücü, kendi rüçhan hakkı olarak görüyorum ama ben doğru bulmuyorum tabi. Her şey şeffaf olsa. Nitekim ben Başkan olduğum dönemde kitapta yayınlamasını, sektörel bazda olacaktı, kongre üyeleri, hangi Beşiktaşlı var ise, hem bunları şeffaf hale getirip, hem de sektörel dayanışmada herkes birbirini tanıyarak , ben bütün Beşiktaş camiasına bu kitabı prezente edecektim ama keşke böyle olabilse, daha güçlü bir dernek olurdu Beşiktaş.

HÜLYA OKUR- Yıldırım Demirören: Pazarlamaya fazla ağırlık veremedik. Sayın Del Bosque’yi erken gönderdim, bana göre en büyük yanlıştı" diye kendini eleştirmişti. Siz bu eleştiriye yenilerini ekler misiniz?

İHSAN KALKAVAN- Yok. Doğrudur. Del Bosque’yi erken göndermedi. Gitmesi gerekirdi ama hukuksal prosedürünü tamamlaması gerekirdi. Bunun bir ceza-i müeyyidesi var. Belki o Beşiktaş’a külfet getirecekti. Ama pazarlama konusunda çok daha iyi pazarlamacılarla Beşiktaş’ın sponsorlarını arttırabilirdi. Pazarlama benim ihtisas alanım olmadığı için ben sadece duygularına hak veriyorum ama bu daha nasıl yapılabilirdi o uzman işi tabi.

HÜLYA OKUR- Bir uzmanlık konusu daha…”Hiç kimsenin 2 yıllık seçim döneminden fazla başkanlık yapmasını yararsız buluyorum. Bir işletmenin başında uzun yıllar kalan insanlarda işletme körlüğü oluşur.’’ sözünüz ekonomi literatürüne işletme sendromu olarak değil de, spor sektöründe başarılı yöneticiliğin sırrı olarak algılanamaz mıydı?

İHSAN KALKAVAN- Hayır bu 2 yıl değil, yıldan sonra maksimum 7 yıldan sonra, şirket yöneticilerinin kanıksanma gibi , tepkili mekanda fayda var, yeni gelen insan, yeni kan, can getirir diye söyledim. Kulüp yöneticiliğinde aslında 2 yıl değil, background ’unda yöneticilik yapmış yapmış, belli bir noktaya geldikten sonra 2 den az olmamalı ve dört yıldan da fazla diye düşünüyordum. Çünkü 4 yıldan sonra dejenerasyon başlıyor. Kulüp için daha hayırlı düşünceler, kendi şahsi menfaatleri doğrultusunda stratejiler uygulamasına sebep oluyor. 4 yılda tamamlanırsa, son yılda, tarafsız ve şeffaf hareket eder. Bir daha seçilme korkusu olmayan başkan, külüp menfaatli faaliyetleri ön plana çıkartır diye düşündüm.

HÜLYA OKUR- “Beşiktaş'ta ne teknik adama, ne de futbolcuya dayalı düzen kurdurtmayız. Benim yanımdakilerin çoğu eski sporcular. Seba 1989'da Metin Tekin'i satışa çıkarttı, biz durdurduk. Şimdi benim evladım diyor. Vefa duygusu olması lazım. Tüm eski futbolcular Beşiktaş'a altın çağ yaşatmıştır. “ sözünüze mukabil yabancı transferlere sıcak bakmadığınızı mı anlamalıyız?

İHSAN KALKAVAN- Ben yabancı transferlere sıcak bakmıyorum. Ne teknik yabancı adama, nede yabancı transferlere pek sıcak bakmak. Bu işi Türkiye’de çok daha iyi yapabilen insanlar olduğuna inanıyorum. Henüz yabancılardan ötürü bir sürü kabiliyet kendini ispat edememiş durumda. Ben Türkiye’de yabancı sayısının arttırılmasına da çok karşıyım. Türkiye’de yeterince öz kaynak düzenleri kurulduğu takdirde, bu 70 milyonun içerisinden çok insan çıkacağına inanıyorum. Bunların önünü açılmalı. Ben yabancılara ilgi duymadım. Türk milleti tüm meselelerde Avrupalılardan, Afrikalılardan veya Güney Amerikalılardan çok daha fazla olduğuna inanıyorum. Bir bakıyorsunuz, birkaç milyonluk ülkeden transferler yapılıyor. Oysa ben 70 milyonluk ülkeden, bu kadar futbol sevgisi olan bir ülkeden çok daha büyük yeteneklerin çıkacağına inanıyorum. Yeter ki, o formül, o sistem düzgün çalışsın.

HÜLYA OKUR- “Beşiktaş’taki başkanlığınızı, Beşiktaş’ı tarikata teslim etmek olarak görenler gibi Sporun, bütün beden hareketlerini içine alan bir mefhum olmasının yanında Kulüplerin bu faaliyetleri bir disiplin altına alan ve iyi sporcu yetiştirmeyi amaçlayan müesseseler olduğunu kabul edersek, Onlarsız da spor yapılacağını düşünmeli miyiz? Mesela dinini sahaya taşıyan Hıristiyan futbolcular için bu bir handikap sayılmıyorsa bizde neden sayılıyor.

İHSAN KALKAVAN- Din, disiplin demektir. Futbolla o kadar doğru orantılı ki. Dünyanın en pahalı oyuncuları, İsa’nın çocukları dedikleri çok dindar çocuklar. Hatta kimisi dindar olmadığı halde kendini öyle gösteriyor, her fırsatta istavroz çıkartarak piyasasını arttırıyor. Dünyanın her yerinde bu tür futbolcular teveccüh görüyorlar. Ama maalesef din karşıtı, küçük de olsa öyle bir kesim var ki, dini öcü gösteriyor ve nedense dindarlara, mütedeyyin insanlara karşı harp ilan etmişcesine…Bir zamanlar Galatasaraylı çocuklar, biraz kötü sonuç aldıkları için, “Bunlar Fethullah’çı, takunyalı, bunların futbol ayakkabılarını çıkartsınlar, takunyalarını giysinler!” dedikleri çocuklar, bu ifadelerden hırslandılar ve onları şampiyonluğa götürdüler. Yani Avrupa Şampiyonu olduğunda kimse demedi, “Bunlar dindar çocuklar” diye! Bunların 9 tanesi 5 vakit namaz kılan çocuklardı. Ha bu dindar çocuklar, sağ olsun, Avrupa’yı fetih ettiler” kimse demedi. Başarı olunca bu yok ortada. Gece gündüz meyhanede dolaşan bir sürü futbolcu için bir tanesi,”Ya bu adam içkicidir, ya bu adam kumarcıdır, ya bu adam kadın kız kovalayan adamdır, bunun futbol sahasında ne işi var” diye bir tane kritik gelmez ama alnı secde görmüş bir insan, 6 pastan bir top kaçırsın ertesi gün; “o,dincidir, öcüdür, böcüdür” diye bir sürü yazılar çıkıyor. Dindar olmak ayrı bir şey. Biraz mütedeyyin, dine ılımlı olsa, Cuma namazına giden futbolcular için bile saygı göremiyorlar. İbadetini yapamayan futbolcular tanıyorum. Çünkü medyayı işgal etmiş bir sürü köşe yazarı ve yorumcunun hedeflerine oklarına muhatap olacaklar. Oysa bıraksak, o futbolcular, hakikaten dinleri yaparken disiplini de doğru orantılı getireceklerdir. Ve yaşamlarına düzen geleceği için Türkiye’de futbol çok başarılı olacaklar.

HÜLYA OKUR- Fethullah Gülen’e Galatasaray futbolcuları ziyarete geldiğinde, ‘Her sahaya çıkan kendine değil, arkadaşına dua etsin, arkadaşının başarısını istesin.’ Diye bulunduğu nasihatı futbol çevreleri bireysel oynama, pas ver mealinde kullandı. Size göre bu desteğin objektif olarak kabul edilmesi mi gerekirdi?

İHSAN KALKAVAN- Bugün Türkiye’de Ertuğrul Sağlam fevkalade başarılı bir hocaysa, futbolculuğu döneminde de çok istikrarlı ve başarılı bir meslek hayatı sürdürdüyse, bunu tamamen mütedeyyin yapısına borçlu olduğunu iddia ederim. Çünkü Ertuğrul, benim bildiğim kadarıyla çok üstün yetenekli bir insan değildir. Ama o vasıfları en güzel şekilde prezente edişinin en önemli özelliği çok disiplinli bir yaşamı var ve bunu da tamamen onun mütedeyyin yapısına bağlıyorum. Çünkü öyle insanın gece hayatı olmaz, içkisi olmaz. Bir tek işi ve eşi vardır. Ben Türkiye’de hayatında disiplin isteyen yada biraz ibadete yönelik çocukların çok haksızlıklara maruz kaldıklarını ifade etmek istiyorum.

HÜLYA OKUR- Beşiktaş taraftar grubunun önde gelen isimlerinden Ferdi Arslan’ın hayatını kaybetmesine sebep olan ölümlü kavganın, Beşiktaş'ın Çarşı Grubu'na ait iki arkadaş grup arasındaki bir rant kavgası olduğu iddia edildi. Top, top atışına, kelle savaşına dönüştüğünde futbol neye kurban edilmiş olur?

İHSAN KALKAVAN- Hak veriyorum. Bu ifadeler üzücü. Futbolun içerisindeki rant kavgası, tribünlerde menfaat hesabı yapılması çok sıkıntılı sonuçlar doğurur diye düşünüyorum. İnşallah yetkililer, işin vahameti hisseder ve müdahil olurlar. Bütün bu ölüm olayı bile onlara çok ciddi mesaj vermiyorsa, Türk futbolu’nun geleceği açısından çok vahim derim yani.

HÜLYA OKUR- 3 Kasım seçimlerinde, CHP Samsun 3'üncü sıra Milletvekili adayı Samsun CHP listesindeki İhsan Kalkavan'ın, Gemiciler Odası Başkanı, Asya Finans Yönetim Kurulu Başkanı ve BJK eski yöneticisi sizinle ilgisi olmadığını öğrenmemize rağmen, bu parti içinde isminizin gayri ihtiyari geçmesine karşı ne hissettiniz?

İHSAN KALKAVAN- Çok karıştırıldı. O İhsan Kalkavan ismi çok sevdiğim bir kardeşim, çok kıymetli bir isim. Samsunda çok sevilen ve bu ismi ailede çok iyi taşıyan bir isim. CHP’den aday gösterilmesi, benim yapım itibariyle biraz AK Partili bilindiğim için, ‘Halk Parti’den aday nasıl oldu’ diye şaşkınlık yarattı. İhsan, çok mustahat bir arkadaştı. İnanıyorum ki, Halk Partisinde öyle bir kıymet olsaydı, inanıyorum ki, Halk Parti bugünkü seçimlere daha güçlü girebilirdi diye düşünüyorum zaman zaman. Ben hiçbir partiye üye değilim. Zamanında DYP il başkan yardımcılığı yaptım. Siyasal mezunu olduğum halde kendimi siyasetin içinde öyle buldum. Bizim hizmette siyaset olmadığı için, olmazsa olmazımız, her hangi bir siyasi kanata üye olmamamız gerekiyor. Fakat AK Parti yönetimine karşı teveccühüm var. Onların bütün başarılı stratejilerini, gayretlerini alkışlıyorum. Hiç taviz vermeyeceğim branşlarımdan biri; armatörlük, diğeri ekonomistliktir.

HÜLYA OKUR- Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül Beşiktaşlılardı. Bu açıdan Cumhurbaşkanlığı makamına da sempatiyle baktığınız söylenebilir herhalde.

İHSAN KALKAVAN- Mutlaka. Beşiktaş’a teveccühtür. İki Cumhurbaşkanımızın da Beşiktaşlı olması Beşiktaşlılara gurur verecek bir tesadüf kabul ediyorum.

HÜLYA OKUR- 110 milyon dolara kurduğunuz Türkiye’nin en büyük hastanesi Memorıal’da getirilen son teknoloji nedir? Denizcilik, spor ve sağlık gibi yaşamsal statülerinizin olduğu dünyanızda yapmak istediğiniz son şey ölüme çare bulmak mı? Bundan sonraki yaşamsal halka ne olabilir?

İHSAN KALKAVAN- Biz Memorıal’daki hislerimizi sattık. Ben ortağıma sattım. Bazı binalarda ortaklığımız var. Bunun dışında işletme hakları ortağım Turgut Aydın’ın üzerine geçmiştir. Memorıal Türkiye’de çok önemli bir sağlık yatırımı idi. Bugünde sanıyorum Türkiye’nin en önde gelen sağlık yatırımlarından bir tanesidir. Çok kaliteli hocalarla donatılmıştır. Ben uzun yıllar hizmet verecek bu sağlık sektörüne zamanında girmiş olmamdan ötürü mutluyum. Biz özel hastanecilikteki çok lüks yatırımının öncüsü kabul ediyoruz kendimizi.

Kaynak: www.HaberX.com

www.DenizHaber.Com.tr

Diğer Haberler
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2004 Deniz Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0544 880 87 87 | Haber Scripti: CM Bilişim