Uzun yıllardır birileri sürekli olarak “Montrö deliniyor” deyip duruyor. “Montrö elimizi kolumuzu bağlıyor, o yüzden Türkiye geçen gemilere hiçbir müdahale yapamıyor” diyorlar...
Uzun yıllardır birileri sürekli olarak “Montrö deliniyor” deyip duruyor. “Montrö elimizi kolumuzu bağlıyor, o yüzden Türkiye geçen gemilere hiçbir müdahale yapamıyor” diyorlar.
Asılsız söylemlere dayalı bu tür algı operasyonu sayesinde toplumumuz artık Montrö’nün delinmesine de hazır geçen gemilere müdahale edemediğimiz fikrine de.
Şimdi ise sıra Montrö’yle elde ettiğimiz, ulusal menfaatlerimizi artırıcı kazanımların tek tek elimizden alınmasına geldi. Aşağıda bunun en güncel örneği mevcut.
***
1936 yılının Haziran ayıydı. Bütün dünyada yeniden silahlar konuşmaya başlamış ve adeta yeni bir savaşın ayak sesleri yankılanıyordu. Dünya hızla II. Dünya Savaşına sürükleniyordu. Böylesi büyük bir tehlike kapıdaydı fakat Türkiye’nin can damarı Boğazlar Türk askerinden arındırılmış durumdaydı. Ayrıca Boğazların kontrolü de uluslararası bir komisyon tarafından yürütülüyordu. Türk halkının güvenliğini ve egemenlik haklarını kısıtlayan bu durum asla kabul edilemezdi. Düzeltilmesi şarttı.
Türkiye’nin kendi kaderini değiştirmek için sadece onlarca günü vardı. Bu defa savaş cephede değil masa başında olacaktı. Türk halkı mutlak zafer bekliyordu. Bu hayati mücadeleyi vermek için Türkiye son derece bilgili, donanımlı uzman bir heyetle İsviçre’nin Montrö kentine çıkartma yaptı.
Konferans çok hararetli tartışmalarla başladı. Türkiye:
“Ordumuz Boğazlara girmeli” diyordu.
“Boğazlar Komisyonu kaldırılmalı” diyordu.
“Geçecek gemilere sağlık kontrolü yapmamız şart” diyordu.
“Kılavuz kaptan almak zorunlu olmalı” diyordu.
Fakat İngiltere’nin başını çektiği bir gurup “Boğazlar Komisyonu” kalmalı diyor, sağlık kontrolüne gerek yok diye ısrar ediyordu. Kılavuzluk ise mecbur tutulamaz diyordu.
Yani Türkiye’nin Boğazlara tamamen hakim olması istenmiyor bunu sağlayacak her uygulamaya itiraz ediliyordu. Tartışmalar bu konularda kilitlenmiş ve sıkı pazarlıklar başlamıştı. Size belki ilginç gelecek ama ordumuzun Boğazlara tekrar girmesini ve “Boğazlar Komisyonunun” kaldırılmasını sağlamak nispeten daha kolay oldu. Fakat en büyük tartışma ve pazarlık konularından biri “Sağlık kontrolünün” mecburi olması oldu. “Sağlık kontrolü” deyip geçmeyin. Bu kontrolün ulusal güvenlik açısından da önemi anlatmayla bitmez. Zaten o yüzden İngiltere buna şiddetle karşı çıkıyordu.
Bir şeyler vermeden bir şeyler alamayacağımız belli olmaya başlamıştı. İşte bu çetin pazarlık sürecinde Türkiye yeni bir hamleyle atak yaptı ve verebileceğimiz tavizleri sıraladı. Dedik ki:
“Tamam kılavuzluk mecburi değil isteğe bağlı olsun. Ama siz de sağlık kontrolünün mecbur olmasını kabul edeceksiniz. Hatta biz geçen gemileri bekletmeden sağlık kontrollerini hızlıca yapacağız. Hatta ve hatta gemiler durmaksızın geçmeli ama sağlık kontrolü yaptıran gemilere isterlerse demir yerlerinde 48 saate kadar bekleme hakkı da vereceğiz.”
Montrö’de tam 29 gün süren zorlu ve çetin pazarlıklar sonucunda Türkiye pek çok kazanım elde etti. Askeri birliklerimiz Boğazlara yeniden girdi ve sonunda Boğazlarımıza tamamen hakim olduk. Başımıza bela olan, egemenlik haklarımızı kısıtlayan “Boğazlar Komisyonu”ndan da kurtulduk. “Sağlık Kontrolü”nün mecburi olmasını sağladık. Bu çetin pazarlıklarda 48 saat muafiyetini da koz olarak kullandık.
Peki nedir bu 48 saat muafiyeti?
Montrö gereği gemiler her iki boğazı da bekleme yapmadan geçmek zorundadır. O şekilde geçerlerse sadece sağlık kontrolüne tabi olurlar. Dünyanın her limanında yapılmakta olan gümrük kontrolü, polis kontrolü, Liman Devleti kontrolü gibi kontrollerden ise muaf olurlar. Bunlarla ilgili hiçbir vergi ya da harç ödemeden geçebilirler. Özetle hiçbir yerde durmaksızın geçen gemilere Türkiye egemenlik haklarının tamamını uygulamaz. 48 saat imtiyazı, Boğazlar civarında bekleme yapmak isteyen gemilere, Montrö’nün sağladığı bu hakkı 48 saat boyunca sürdürme imkanı sağlar. Fakat beklerken 48 saati bir dakika dahi geçirirlerse artık Montrö muafiyetinden çıkar ve tamamen ulusal mevzuatımız kapsamına girerler. O tür gemiye yukarıda sıraladığım tüm kontrolleri de yaparız bu işlemlerden doğan tüm vergi ve harçları da tahsil ederiz. Hatta o tür bir gemi İstanbul ya da Çanakkale Boğazından geçerken kılavuz kaptan da almak zorundadır.
BU TALEP ALEYHİMİZE
Geldik 2000’li yılların başlarına.
“48 saat bekleme süresi bize yetmiyor bu süre 72 saat olsun” talepleri başladı. Çok etkin bir lobi faaliyeti yürütüldü ve bu talep 2016 yılına kadar defalarca tekrarlandı. Bu talebin kabul edilmesi demek Montrö’nün egemenlik haklarımızla ilgili kısıtlayıcı uygulamasını Türkiye’nin aleyhine olacak şekilde değiştirmek anlamına gelir. Bu sebeple bu talep her defasında şiddetle reddedildi.
12 Nisan 2016
Dönemin UDH Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Deniz Ticaret Odası toplantısında bir açıklama yaptı. 48 saat uygulamasını değiştireceğiz dedi. İnanılır gibi değildi. Yıllardır 72 saate bile hayır diyen istikrarlı devlet politikası bir anda 48 saat muafiyetini 240 saate çıkartacağını söyledi.
1936 yılında Montrö’de yedi düvele karşı verdiğimiz mücadele şimdi ülkeyi yönetenlerle ulusal menfaatlerimizi korumaya çalışanlar arasında verilmeye başlamıştı. Dönemin Kıyı Emniyeti Genel Müdürü doğacak teknik sorunları anlatarak değişikliğe olumsuz görüş verdi.
Fakat ne fayda...
Sonrasında zorlanarak görüşü olumluya çevrildi. Bu süreç tamamlandıktan sonra da görevinden alındı. 23 Ocak 2017tarihinde toplanan Denizcilik Koordinasyon Kurulu toplantısında ise Genel Kurmay Başkanlığı değişikliğe “Olumsuz” görüş verdi. Bu manevra da değişiklik yapılmasını ancak bir süreliğine öteleyebildi ve maalesef Temmuz 2017’de değişiklik yürürlüğe girdi. Fakat hemen üzülmeyin. Lütfedilmiş ve 240 saat 168 saate düşürülmüştü!
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından yapılan bu büyük hatanın Cumhurbaşkanlığı tarafından düzeltileceğini ümit ediyorduk lakin geçen hafta çıkan yönetmeliğin 11inci maddesiyle Cumhurbaşkanı da egemenlik haklarımızı kısıtlayan bu maddeyi onaylamış oldu.
Bakınız, 48 saati aşan gemi Montrö kapsamından çıkar. Tamamen ulusal mevzuatımız kapsamına girer. Eğer ki Türk Bayraklı gemi sahipleri “48 saat bize yetmiyor, ödediğimiz vergiler, harçlar da çok yüksek. Ticari rekabet gücümüzü arttırmak için bu süreyi bizim için arttırın” diyorsa bu sorun çok rahatlıkla ilgili diğer mevzuatta yapılacak düzenlemelerle çözülebilirdi. Türk Bayraklı gemilere bu tür bir teşvik rahatlıkla verilebilirdi. Hatta bu durum Türk Bayrağına geçişi de arttırırdı. Buna da kimse itiraz edemezdi. Çünkü 48 saat bekleme süresini dolduran geminin artık Montrö muafiyetiyle ve Montrö hükümleriyle ilgisi yoktur. Yani bu durumu ulusal menfaatlerimizi arttırmak yönünde kullanabilirdik. Fakat öyle yapmadık ve hiçbir karşılık almadan; egemenlik haklarımızı daha da kısıtladık ve bütün dünyaya ticari imtiyaz sağladık.
Sonuçta bu uygulama ile:
1- Montrö’de bir takım kazanımlar elde edebilmek amacıyla taviz vermek zorunda kalmış ve egemenlik haklarımızı 48 saat askıya alabiliriz demiştik. Şu anda ise hiçbir karşılık almadan egemenlik haklarımızı 168 saat (7 gün) askıya almış olduk.
2- 48 saatini dolduran gemi Boğazlardan geçerken kılavuz kaptan almak zorundaydı. Yeni uygulamayla kimse 168 saatin dolmasını beklemeyeceği için kılavuz alma zorunluluğunu da resmen kaldırmış olduk. Kendi elimizle Boğazlarda emniyet zafiyeti oluşturduk.
3- Bekleme yapan gemi sayıları arttığından demir yerlerinde ve Marmara Denizi içinde gemi yoğunluğu da arttı. Bu gemiler denetlenemiyor. Bu gemiler çöplerini, kirli sularını, zehirli gazlarını bizim sularımıza mı atıyor bizim havamıza mı salıyor belli değil. Onlar rahatlıyor biz zehirleniyoruz.
4- Bekleyen gemi yoğunluğundan kaza riskleri de arttı. Can, mal ve çevre emniyetimiz tehlikeye düştü.
5- Gemi yoğunluğu fazla olan bir bölgeye yapılacak her hangi bir terör saldırısının yıkımları da çok büyük olacaktır. Hele ki o bölgede milyonlarca ton kimyasal yük, yanıcı patlayıcı yük taşımakta olan gemiler de varsa.
Yani giden sadece egemenlik haklarımız değil. Can ve mal güvenliğimiz de tehlikede.
En basit ifadeyle Boğazlarımız “ücretsiz açık otoparka” dönüştürüldü. Hiç vakit kaybedilmeden bu hatadan dönülmelidir.