Aradan 18 yıl geçmiş. Dile kolay. Açıkçası ben sığamıyorum (keşke sığsaydım tabi de !!!). Sanırım 1995’de 85 kilo falandım. Şimdi 100 kiloyum. Artık anlayın siz aradaki farkı…
Ya siz ?
Tabi bu farkın nedeni 1995’den bu yana kazancımın ve refahımın artmasıdır. Hepimiz gibi ben de son yirmi yıldır çok çalıştım; işlerimi ve gelirimi büyüttüm. İyi kötü hak ettiğim refahı da elde ettim. Bu da şişmanlamama neden oldu.
1995 yılında satın alınan elbiseye sığma örneğini vermemizin nedeni Ekonomi Bakanımız Zafer Çağlayan beyin son haftalarda verdiği demeçlerdir. Sayın Bakanımız diyesiymiş ki, eğer bizim gümrük birliği içinde olduğumuz Avrupa Birliği (A.B), kendi yapacağı (örneğin ABD) serbest ticaret anlaşmasına bizi de taraf yapmayacaksa, Türkiye de gümrük birliğinden çıkarak A.B ile bir serbest ticaret anlaşması yapmayı düşünecekmiş.
Zafer bey demecinin nedeninde sonuna kadar haklıdır. 1990’lı yılların başındaki Türkiye ekonomisi için tasarlanmış ve biçimlendirilmiş gümrük birliği, aradan geçen yaklaşık yirmi yılda iki kat büyüyen Türk ekonomisine dar gelmektedir. Aynı bizim 1995’de satın aldığımız takım elbisenin bugün bize dar gelmesi gibi…
Gümrük birliği, Türkiye’nin A.B tam üyeliği yolunda bir adımdı. Sanayi mallarının Türkiye ile A.B ülkeleri arasında serbest dolaşımını sağladı. Ama sadece mallar mı serbest dolaşmalıdır ? Taaa 1963’de (elli yıl olmuş) imzalanan Ankara Ortaklık Anlaşması aynı zamanda sermayenin, hizmetlerin ve daha önemlisi işgücünün de serbest dolaşımını öngörmemiş miydi ?
Bırakın bir gemi inşa mühendisinin gemi dizayn hizmetini Almanya’da serbestçe vermesini, o gemi inşa mühendisi Almanya’ya vizesiz bile gidemiyor !!! Nerede kaldı hizmetlerin serbest dolaşımı ?
Şurası bir gerçek ki, ilk başlarda tamamen Türkiye’nin lehine olan gümrük birliği, aradan geçen her gün Türkiye ekonomisinin aleyhine olmaya başlamıştır. A.B’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye tarafından yapılamaması bu aleyhe durumlardan sadece biridir.
Bizce Bakanımızın söylemi son derece haklı; ama yetersizdir. Gümrük birliğinden çıkıp A.B ile bir serbest ticaret anlaşması yapmak, tam elli yıl önce kazanılan hakların hebası ve kaybedilmesi olmaz mı ?
Tabi ki bu yola da gidilebilir.
Ama o zaman hemen Türkiye’nin A.B tam üyelik başvurusundan da çekilmesi gerekir.
Bizce son on yılda ekonomisini Avrupa ekonomilerinin iki katından fazla büyüten; son yıllar içinde demokrasi ve azınlıkların hakları sorunlarını da ciddi anlamda çözme yoluna giren Türkiye’nin A.B üzerindeki asıl baskısı, tam üyeliğe kabulü yönünde olmalıdır. A.B’ye örneğin 2015 sonuna kadar süre verilmeli; eğer o süre içinde Türkiye tam üyeliğe alınmayacaksa / alınmıyorsa, gümrük birliğinin iptal edilmesi ve bir serbest ticaret anlaşmasına dönülmesi dahil bütün seçenekler masaya konmalıdır.
A.B ile ilişkilerimizin başladığı 1959 yılından bu yana hep A.B tarafı ekonomik ve politik olarak güçlü idi. Şimdi durum değişti. Güç, hem ekonomik hem de politik olarak (belki geçici bir süre için bile olsa) Türkiye’ye geçti.
Bu güç transferinin sonuçları mutlaka alınmalıdır.
Nasıl zamanı geldiğinde İsrail Mavi Marmara olayı için Türkiye’nin bütün isteklerini kabul etti (ya da etmek zorunda bırakıldı) ise, A.B de Türkiye’nin haklı (sermayenin, hizmetlerin ve işgücünün) serbest dolaşım ya da tam üyelik isteklerini kabul etmelidir.
Kabul etmezse de sonuçlarına katlanmalıdır.