Kanal İstanbul tartışmaları kapsamında Cumhurbaşkanımızın ifadelerinden de açıkça anlaşılacağı üzere “İstanbul tehlike altındadır”.
Son gurup toplantısında Sayın Erdoğan İstanbul Boğazındaki deniz trafiğinin yoğunluğundan bahsettikten sonra “Ülkemizin gözbebeği İstanbul’u Boğazdaki bu tehlikeli trafik ile baş başa bırakamayacağımıza göre yeni alternatifler üretmemiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.
2005 yılından beri İstanbul ve Çanakkale Boğazında bizzat sahada o tehlikeli trafiği dakikası dakikasına yaşayıp yönetenlerden biri olarak diyorum ki; Cumhurbaşkanımız bu söyleminde yüzde yüz haklıdır; “İstanbul’u Boğazdaki bu tehlikeli trafik ile baş başa bırakamayız.”
Peki bu büyük ve yakın tehlikeden korunmanın yolu en iyi ihtimalle en az 10 yıl sonra açılacak olan kanal mıdır? En az 10 yıl daha biz bu tehlikeyle birlikte yaşamaya devam mı edeceğiz? Tek çaremiz kanal açılmasını beklemek midir?
Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere sanırım hiç kimse bunun kabul edilebilir bir süreç ve çözüm olacağını düşünmüyordur.
Kanalın yapılacak olması ya da olmaması İstanbul Boğazında şu an mevcut olan riskleri ve tehlikeyi bertaraf etmeyecek. Yani bu sorunun Kanal İstanbul tartışmalarıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Daha önceki yazılarımda da ifade etmiştim; “Kanal İstanbul yapılır ya da yapılmaz bunu ben bilemem ama çok net biliyorum ki şu anda sorunsuz biçimde yönetmek zorunda olduğumuz İstanbul Boğazı var.”
Peki o zaman ne yapacağız?
2005 yılından beri sahadan edindiğim yüzlerce tecrübe ile ve çok basite indirgeyerek diyorum ki:
- Yarından geç olmamak üzere Türk Boğazlarındaki tüm riskleri belirleyerek onları yönetecek çok daha etkin bir yönetim modeli oluşturma girişimlerine başlamalıyız,
- Bunu yapana kadar ise mevcut emniyet tedbirlerini tavizsiz bir şekilde uygulamalıyız.
Şu an eminim bazılarınız şu soruları soruyordur;
“Nasıl yani Boğazlarda tüm riskler halen belirlenmiş durumda değil mi?
“Nasıl yani mevcut emniyet tedbirlerinin uygulanmasında tavizler mi veriliyor”
Bu soruları sormakta çok ama çok haklısınız.
Maalesef Boğazlardaki tüm riskler bugüne kadar tam olarak, net olarak, uluslararası kabul görmüş herhangi bir yöntem kullanılarak topyekun belirlenmiş durumda değildir.
Bunun yanında mevzuatla belirlenmiş emniyet tedbirlerinin her geçen gün geliştirilmesi gerekirken bu tedbirler her geçen gün zayıflatılmaktadır. Bunun çok somut örneği ilk olarak 1994 yılında yayınlanan Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü ve onun bağlısı olan Uygulama Talimatlarında bugüne kadar yapılan değişikliklerdedir.
Daha ötesi zayıflatılmış emniyet tedbirleri dahi uygulanırken emniyetten tavizler verilmektedir. Bunun en somut ve yakın örneği ise Çanakkale Gemi Trafik Hizmetleri bünyesinde birkaç ay önce açılıp sonuçlandırılan soruşturma dosyasında mevcuttur.
Hatta bir adım daha öteye gidip şunu da söyleyeyim: Henüz tespiti dahi yapılmamış fakat sahada her gün yaşanmasına karşın şimdiye kadar kazayla sonuçlanmadığı için kimsenin duymadığı ve hiçbir tedbir geliştirilmeyen riskler de mevcuttur. Bu tür durumlara ilişkin çok somut örnekler de Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü bünyesinde kamu görevi yapmaktayken hazırlamış olduğum bilgi notlarında, teknik raporlarda, bilgilendirme sunumlarında mevcuttur.
Benim amacım Kanal İstanbul tartışmalarına bir yerlerden dahil olmak falan değildir. Bu tartışmaların ülke gündemini meşgul etmeye başlaması şunun şurasında bir ay oldu. Fakat Türk Boğazlarında emniyeti tehlikeye düşürecek riskler yıllardır var ve yıllar içinde çoğalarak artmaktadır. 2005 yılından beri bu durumu ve sorunları kamu kurumu bünyesinde dile getiriyorum, raporluyorum. 2019 yılı başından beri de kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla ODATV bünyesinde konuk yazar olarak bu konularda yazılar yazıyorum. Ayrıca bu tür sorunlarla ilgili hazırladığım raporu en son Temmuz 2019’da CİMER dahil pek çok karar verici kurumla da paylaştım.
Kısaca akşamdan sabaha çıkmış hayali bir sorundan bahsetmiyorum.Tamamını teknik verilere dayanarak ifade ediyorum. Tamamının belgeleri resmi kayıtlarda mevcuttur diyorum. Burada bu belgeleri paylaşma ya da konuyu teknik açıdan uzun uzadıya anlatmaya imkanım yok. Merak eden yetkililere iddialarımın teknik verilere dayalı olarak gerekçelerini belgeler ışığında anlatabilirim.
***
Yukarıdaki genel bilgilerden sonrabir de Türk Boğazlarında kamu eliyle verilmekte olan kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri konusunu ele almam gerekiyor. Çünkü Cumhurbaşkanımız aynı konuşmasında şunu da vurguladı; “kılavuz kaptan ve römorkör gibi uygulamalar kazaları önlemede yetersiz kalıyor.” Peki kazaları önlemede önemli faktörlerin başında gelen kılavuz ve römorkör gibi uygulamalar neden yetersiz kalıyor? Bu uygulamalar kendi başlarına bağımsız olarak hareket edebilen uygulamalar mıdır? Teknik açıdan mı sorun vardır? Ekipman sorunumu vardır? Personel sayısı sorunu mu vardır? Personelin yetersizliği sorunu mu vardır?...
Ya da bunların hepsi birden mi vardır?
Hangisi olursa olsun tüm bunlar devletimizin mevzuatı kapsamında yine devletimizin yöneticileri tarafından yönetilen “uygulamalar” değil midir? Bu durumda bu uygulamaları yöneten yöneticilerde mi sorun vardır?Cumhurbaşkanımıza bu bilgiyi verenler, onun konuşma metnine bu ifadeyi ekleyenler, ekletenler bu tür sorgulamaları yapmış mıdır? Bu ifadenin anlamının “biz bu işi yönetemiyoruz” anlamına gelebileceğini göremediler mi?
Diğer yandan 8 Ocak 2020’de değiştirilen mevzuattan bu hizmetlerin kamu hizmeti olduğu ifadesi neden çıkartılmıştır? Bizler Boğazların emniyeti peşinde koşarken birileri durumdan vazife çıkartıp rant telaşına mı girmiş durumdadır? Umarım ki böyle bir girişim yoktur. Umarım ki boşuna endişeleniyorumdur. Bu konuyu birkaç satırla geçiyorum fakat tüm detaylarıyla incelenmesi ve üzerinde hassasiyetle durulması gereken çok önemli bir konudur.
Okuyucularımızın kafasını daha fazla karıştırmadan toparlayayım:
Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği üzere İstanbul Boğazında deniz trafiğinden kaynaklı ciddi tehlikeler mevcuttur. Fakat bu tehlikeleri ve riskleri mevcut yapı ile etkin biçimde yönetemiyoruz. Bu gerçeği acilen görmeli ve tedbir geliştirmeliyiz.Hep birlikteTürk Boğazlarındaki riskleri, tehlikeleri topyekun tespit edip ortadan kaldırmaya odaklanmalıyız. Kanal İstanbul daldaki kuş İstanbul Boğazı ise elimizdeki kuştur. Öncelikle elimizdeki kuşun değerini çok iyi bilmeli, onu hassasiyetle korumalıyız.
Cumhurbaşkanımızın danışmanları ya da metin yazarları için önemli bir not: Cumhurbaşkanımızın aynı konuşma metninde “Montrö Sözleşmesine göre Boğazdan geçen ticari gemi trafiğini engelleme hakkımız bulunmuyor” ifadesi yer almaktadır. Bu ifadeden “Montrö olmasaydı böyle bir engelleme yapabilirdik” sonucu çıkmaktadır ki böyle bir şey söz konusu dahi değildir. Bu durum dünyanın genel gerçeğidir,uluslararası deniz hukukunun gereğidir.