Geçen gün bazı aydın sanatçı gurularımız KAYGILIYIZ başlıklı bir ilan verdiler. Konu ile ilgili yazı yazmayı planlarken, Servet Avcı'nın Yeniçağ Gazetesi'nde "Sıradaki parça, sevip de kavuşamayanlara gelsin!" başlıklı yazısını okuyunca, bugünkü köşemi Üstad Servet Avcı'ya bırakmam gerektiğini düşündüm.
Duygularıma lisan olan bu yazıyı zevkle okuyacağınızı umut ediyorum.
"Sıradaki parça, sevip de kavuşamayanlara gelsin!
Ben sanatçının ‘kaygılı’ olanını severim!.. Çünkü her türlü kullanıma uygundur, fazla ateşte dibi tutmaz, kalıptan kalıba girer, rutubete dayanıklıdır, ‘son kullanım’ tarihi yoktur, ‘sol kullanım’ tarihi vardır... Bazen Türkbükü’nden verdiği yüksek perdeden mesajlarla ülke yönetir, bazen de parayı cebe indirince bölücü örgütün Bonn’daki konserinde sorumluluk üstlenir...
Geçenlerde yine kaygılanmışlar ve mektubun ucunu yakmışlar... Aslında ‘soğukkanlı’dırlar ve öyle sık sık dertlenmezler... Meselâ PKK; yıllarca asker-polis-sivil-çoluk çocuk katletti, itidali bir kere olsun elden bırakmadılar, kaygılanmadılar... Bu konuda çelik gibi sinirleri olduğu için paniklemediler!.. Sağ olsunlar, sanatçı duruşlarını hiç bozmadılar!..
Kandan beslenmedikleri için şehit cenazelerine gitmediler!.. Bir yetimin başını okşamayı sanatçı duyarlılığıyla bağdaştıramadıklarından olsa gerek, böyle bir pozla objektiflere yakalanmadılar!.. ‘Feodalite artığı’ bayrakla herhangi bir yerde ‘pişti’ olmadılar!.. Batı’daki örneklere bakarak, teröre karşı bir kere olsun miting düzenlemeyi akıllarından geçirmediler, çünkü kamu düzeninin zaafa düşmesini istemediler!.. Hem entel, hem sorumluluk duygusu yüksek, hem de ince ruhlu insanlardı bunlar... Ne de olsa toplumu aydınlatmak gibi ağır bir misyonları vardı... Bertolt Brecht yaşasaydı bunları alınlarından öperdi hiç şüphesiz...
Kaygılanan imzacılara bakıyorum, hepsi birbirinden değerli aydınlar!.. İçlerinde kimler yok ki? “BDP’liler Trabzon’a gelsin, benim evimde kalsın” diyen ‘misafirperver’ türkücü... Taksim’de “Ben TOMA’nın önüne yatacağım” diye twit atan ama Apo’nun mektubunun okunduğu Diyarbakır’daki son nevruzda “Devlet provokasyon yapmasın yeter, bu iş tamam” şeklinde müjdeler veren Mustafa’nın yazarı... Nobel’i hak ettiğini “Bir buçuk milyon Ermeni, kırk bin Kürt kestik” sözleriyle ispatlayan romancı... Yüksek fikirleriyle halkını henüz muasır medeniyet seviyesine çıkaramadığı için kafasını duvardan duvara vurup, yaşayabileceği başka memleket arayan piyanist... Kürtçü, dinci, ulusalcı ayırmayan bir hümanist titizlikle, bankaya yatan paranın dekontunu görür görmez AKP’li belediyenin konserinden PKK’nın konserine uçan, oradan gelip CHP’nin faaliyetine katılan ‘engin gönüllü’ tip... Daha daha kimler... Mahallenin kurnaz menajeri Sırrı’nın etrafında yüksek sorumluluk sahibi kaygılı aydınlar...
Aslında bir el atıp, yüce fikirleriyle toplumları aydınlatan bu sanatçıları daha fazla değerlendirmenin yollarını bulmak lâzım... Meselâ Altın Portakal veya Altın Koza gibi ‘Altın Hint Keneviri Film Festivali’ düzenlense... Ücreti karşılığında bu aydınlarımız orada jürilerde bulunsalar, ödüller alsalar fena mı olur? Hem hiç eleştirmedikleri bir aktivist hareket’e ve barışa, hem de Hint keneviri gibi ‘yöresel değer’imizin dünyaya tanıtılmasına katkı sağlanır...
Eğer bu gerçekleşmezse, şimdilik çilek festivali gibi Hint keneviri festivali organize edilebilir... Bu konularda ‘kaygıdan muaf’ sanatçılarımızın değerli iştirakleriyle ortalık şenlendirilebilir, ‘kenevir güzeli’ seçilebilir, aydın şarkıcılarımız halkı coştururken, aydın yazarlarımız ‘devrimci halk savaşı’nın faziletleri üzerine panellerde konuşturulabilir... Böylece ‘ihraç fazlası’, pardon kadrosuzluktan dolayı ‘âkîl adam fazlası’ sanatçımız da ışıklarını daha fazla yayabilecekleri ortama kavuşturulabilir...
Bizimkisi bir teklif... Lütfedip ‘halka inen’ aydına karşı biz de vefa borcumuzu ödeyelim... İlandaki şu ifadeyi okuyunca tüylerim diken diken oldu: “Bu ülkenin toplumsal değerlerine, acılarına her zaman yakın durmuş, sorunlarını gözlemlemiş, bu çabaları sayesinde toplumca ödüllendirilmiş veya bu uğurda acılar çekmiş sanatçılar olarak diyoruz ki...”
Kimse kusura bakmasın, gerçeğin ta kendisi olan bu ifadeden etkilenmeyen ya ‘cansız’dır, ya ‘kansız’ !.. İtiraf edeyim, ben ziyadesiyle etkilendim... Daha fazla ne diyeyim, sıradaki parça sevip de kavuşamayanlara gelsin!.. Romantik aydınım benim!.. Sen kaygılanma!.. Dayanamam!..