Herkeste içten içe bir korku var. Acaba Altın fiyatlarının bu kadar düşmesi; arkasından petrol ve emtia fiyatlarının birkaç hafta içinde nerede ise çakılması neye işarettir ?
Yeni bir küresel krize mi giriyoruz, yoksa spekülatörlerin oyunları ile mi karşı karşıyayız ?
***
Türkiye’de şu anda çok güçlü bir ekonomi yönetimi var. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcımız Ali Babacan, Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek, Merkez Bankası Başkanımız Erdem Başçı, … Hepsi de genç, dinamik; ama bu gençliklerine karşın dünyayı bilen, vizyon sahibi yöneticiler.
Bunu yazdık, çünkü bu satırlarda Türkiye’nin son yirmi yılda yaşadığı ekonomik krizleri değerlendirerek bir sonuca varacağız. Ülkemiz liberal ekonomiye geçiş yaptığı 1980’lerin ortasından sonra üç ciddi ekonomik kriz yaşadı: 1994’de, 2001’de ve 2008’de.
Ne yazık ki 1994 ve 2001 krizleri tamamen Türkiye’nin iç dinamiklerinden ve kötü yönetimden kaynaklanan krizlerdi. Ne 1994’de ne de 2001’de dünyada bir kriz ortamı yoktu. Türkiye’nin o dönemdeki ekonomi yönetiminin iş bilmezliği, ülkemizi çok derin ekonomik krizlere sokmuştu.
1994’de Ekonomi Profesörü Tansu Çiller ve ekibinin anlamsız faiz düşürme çabası ve Hazine’nin yüksek faizli diye iç borçlanmaya gitmeyerek dış kaynak ile dönme sevdası Türkiye’ye pahalıya mal oldu (İlginç bir biçimde şimdilerde de ekonomi yönetiminde ciddi bir piyasa faizini düşürme arayışı var !).
2001’de ise, yılların birikimi ile gelen ve politik nedenlerle oluşan bankaların sahiplerince soyulması / hortumlanması olgusu, IMF baskısı ile uygulanmaya çalışılan sabit kur ile birleşince olan oldu…
“Her şerde bir hayır vardır” diye boşuna mı demişler ?
Türkiye’yi çok ciddi anlamda darbeleyen 2001 krizi bütün 1990’lı yıllara damgasını vuran koalisyon hükümetlerinin sonu oldu. Böylece Türkiye on yıldır istikrarlı bir tek parti iktidarı ile yönetilmektedir. Yazının başında adlarını saydığımız yöneticiler ve bu yazıda adlarını sayamadığımız birçok diğer yöneticiler sayesinde de Türk ekonomisi son on yılda yıllık ortalama %5,5 büyümüştür.
Tabi bunları yazarken 2008 krizini de unutmadık. Ancak 2008 krizi, Türkiye’nin kendi dinamiklerinden oluşmuş bir sorun değildi. Küresel ekonomi ile bütünleşmiş Türkiye, kapitalist – liberal düzenin sıkıştığı noktada, diğer ülkeler gibi darbe yedi.
Ama alt yapımız ve politik / ekonomik yönetimimiz sağlam olduğu için, diğer ülkelere göre bu krizden çok daha çabuk ve kolay çıktık. İtalya, İspanya, Portekiz, Yunanistan … gibi ülkeler hala 2008 küresel krizinin artçı sıkıntılarını yaşarken biz 2010 ve 2011 yıllarında büyüme rekorları kırdık.
Tamam, ama şimdi maziyi bırakıp geleceğe bakalım.
Bugün dünyada bir ekonomik kriz riski vardır. Bu risk bu kere mali piyasalardan değil reel ekonomiden gelmektedir. Asıl sorun dünya ekonomilerinde (2008’de yaşandığı gibi) yatırımları ve tüketimi finanse edecek mali kaynak olmaması değil, çok artan sanayi imalatına yetecek talep olmamasıdır.
Talep olmayınca da ekonomik büyüme durmaktadır. Dünyanın son on yılda en hızlı büyüyen ekonomisi Çin de bile büyüme oranı %7’lere gerilemiştir (yani en az %30 düşmüştür).
Sanırız başta altın olmak üzere diğer emtia fiyatlarındaki düşüşün temel nedeni de budur. Belki önümüzdeki günlerde altın, petrol ve diğer emtia fiyatları bir parça toparlanır.
Ama sakın o durumda bile yanılgıya kapılmayın. Dünya reel ekonomisinde bir dengesizlik vardır. İmalat sanayi kapasitesi, özellikle Çin ve diğer Asya ülkelerinde çok artmıştır. Bu imalatın talebini yaratan Batı ülkelerinde ise, 2008 mali krizinin etkileri nedeni ile, tüketim talebi artmamakta; hatta reel anlamda azalmaktadır.
İşte bu dengesizlik … bir yerde patlayacaktır.
Bu patlama ya ekonomik kriz olarak Asya ülkelerini vuracak ve kazanç üretemeyen birçok işletme ortadan kalkacaktır; ya da bölgesel sıcak bir savaş yaratılarak genel dünya talebinin canlanması sağlanacaktır (acaba Boston’da patlayan bombalar bu sıcak savaşa bahane olabilir mi ?).
Böyle bir kriz senaryosundan Türkiye’nin nasıl etkilenebileceğini de izin verirseniz gelecek yazıda tartışalım.
Ertuğ Yaşar;
Tuzla, İstanbul; 04.05.2013