Nedir bu Montrö Sözleşmesi'nin bazı insanlardan çektikleri!
Dersin kıyıya köşeye atılmış soluk bir kağıt parçasıdır. Dersin eskimiş püskümüş, okunmayan, anlaşılmayan şeylerden oluşan küçük bir kitapçıktır. Dersin Türkiye’nin başına bela olmuş bir ayak bağıdır.
Ne olduğunu bilmeyenler bu tür şeyler derler elbet!
Hanımefendiler, beyefendiler lütfen çok dikkatli olalım.
Montrö Sözleşmesi, 85 yıldır dimdik ayaktadır ve sözleşmedeki maddelerin bazıları her gün her gece hatta 7/24 Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından istisnasız uygulanmaktadır. Böylesine güncel ve güçlü bir sözleşmeden bahsediyoruz.
Peki bu sözleşme gücünü nereden alıyor? Montrö Sözleşmesine tüm dünya olarak nasıl ulaştık?
Montrö Sözleşmesi binlerce yıllık savaşların, kan gölünün sonudur. Montrö barışın, huzurun, refahın, istikrarın sembolüdür.
Binlerce yıldır sürmekte olan ve kamuoyunda “Boğazlar Meselesi” ya da “Boğazlar Sorunu” diye bilinen son derece karmaşık ve çalkantılı tarihsel bir süreç vardır. Tüm dünyayı ilgilendiren bu süreci uzun uzadıya anlatmak bu yazının konusu değil elbette.
Ben bu süreci kısaca;
İstanbul ve Çanakkale Boğazları'nda hakimiyeti tamamen ele geçirebilme,
Hakimiyeti tamamen ele geçirdikten sonra ise bu hakimiyeti koruyabilme,
mücadelesi olarak ifade ediyorum. Buradan çıkan sonuç ise şudur: “Birileri elinde tutmak istiyorsa birileri de ele geçirmek istiyor demektir”. Bu sonucun somut tablosu aşağıdadır.
Son 2500 seneye baktığımızda Boğazların hem Anadolu hem de Avrupa yakasını aynı anda hakimiyeti altında tutmuş olan devletler sırasıyla;
Pers İmparatorluğu,
Büyük İskender İmparatorluğu,
Roma İmparatorluğu,
Bizans İmparatorluğu,
Osmanlı İmparatorluğu
ve “bugün için” Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Kısaca budur ama uzun yıllara dağılmış, şiddet dolu ve çok kanlı bir süreçtir.
Binlerce yıldır süren Boğazları hakimiyet altına alabilme gayretleri dönem dönem siyasi manevralarla, ikili ya da çok uluslu antlaşmalarla sağlanmaya çalışılmıştır. Bu antlaşmalar bazen gizli antlaşma bazen açık antlaşma şeklinde olmuştur. Antlaşmalarla elde edilmek istenenlere ulaşılamadığında ise savaşlar çıkmıştır. Bu süreç değişmeden devam etmektedir.
***
Truva Savaşları dendiğinde akla hemen Çanakkale Boğazı gelir. İstanbul’un fethi dendiğinde akla hemen İstanbul Boğazı gelir. Birinci Dünya Savaşı, Sevr’deki Boğazlar Komisyonu demektir, Kurtuluş Savaşı ise Lozan ve sonrasındaki Montrö Sözleşmesi demektir.
Tıpkı İstanbul’un fethinde yaşadığımız gibi, elde edebilmek için de çok kan döküldü, çok şehit verdik. Tıpkı Çanakkale Destanı'mız gibi elde tutabilmek için de çok şehit verdik.
Bugün Boğazlar'ın çevresinin yeşilliklerle kaplı olmasına ve o muhteşem maviliğine bakarak aldanmayın sakın. Suyun altı da kıyılarındaki toprakların altı da tabiri caizse kan gölüdür.
O kan göllerinin tekrar ortaya çıkmasını istemiyorsak ve bugün gördüğümüz o muhteşem güzellikleri ebediyen koruyup kollamak istiyorsak hepimize çok görevler düşüyor. Unutmayınız ki bugün için “bizimdir” dediğimiz bu muhteşemliğe tarih boyunca pek çok devlet sahip olmak istedi ve de sahiplik yaptı. Fakat şimdi hiçbiri ortada yok!
O yüzden yukarıda “Bugün için Türkiye Cumhuriyeti Devletidir” ifadesini özellikle kullandım. Çünkü eğer ki siz “tarih tekerrürden ibarettir” ve de “coğrafya kaderdir” diyorsanız bir süre sonra buradaki hakimiyetimiz bitecek ve hakimiyet yeniden el değiştirecek demektir. Tıpkı binlerce yıllık süreçte öyle olduğu gibi. Eğer ki evet tekerrürdür, evet kaderdir diyen varsa geçmiş olsun, oturalım aşağı ve kaderimizi bekleyelim o zaman. Hatta sözleşmeden de çıkalım.
Sanırım kimse böyle bir şey demeyecektir. O sebeple tarihten de coğrafyadan da ders alarak bu bölgede atacak olduğumuz her adımı onlarca kez düşündükten sonra atmalıyız.
***
Türk milleti olarak kendi kederimizi defalarca belirledik. Dünya tarihinin akışına yön verdik.
1071’de Malazgirt’te kılıçlarımızla yaptık bunu,
1453’de İstanbul’da toplarımızla yaptık bunu,
1915’de Çanakkale’de süngüyle yaptık bunu,
1919’da Kurtuluş Savaşında kazmayla, kürekle, bedenlerimizle yaptık bunu,
1936’da Montrö’de ise zekamızla, dünya barışı arzumuzla, adilliğimizle, kalemimizle yaptık bunu.
Anadolu’nun, Boğazlar'ın, Karadeniz’in kaderi tarih boyunca hep savaşlarla belirlendi. Ama 1936 yılından beri barışla, huzurla, istikrarla belirlenmektedir. Montrö’yle belirlenmektedir. Montrö savaş sonrası yapılan bir antlaşma değildir. Montrö barış döneminin antlaşmasıdır.
Bundan sonra da buradaki kaderimizi barış arzumuz yönünde belirleyecek olan yine bizleriz. O sebeple binlerce yıllık bu karmaşık yapıyı çok iyi analiz edip hamlelerimizi ona göre yapmalıyız. Barış arzusuyla belirlemeye çalıştığımız kaderimizi kimsenin eline bırakmamalıyız. Dış mihraklar, üst akıl, tarih tekerrürdür, coğrafya kaderdir türü bize dayatılan sindirme, dindirme, kabullendirme tekniklerini yıkıp aklımızla, tarihi gerçeklerle, coğrafi gerçeklerle adımlarımızı atmalıyız. Bu noktada Montrö gerekilirse çıkılabilecek, yırtıp bir kenara atılabilecek basit bir kağıt parçası değildir. Montrö günümüzün dünya koşullarında yerine benzerinin koyulması neredeyse imkansız olan barış, huzur ve istikrar sözleşmesidir.
Montrö, “Yurtta Barışın da”, “Dünyada Barışın da” sarsılmaz, güçlü bir örneği ve belgesidir. Montrö beka sorunu istemeyenlerin savunma hattıdır.