2 Nisan 2013 tarihinde kaleme aldığım “Satıcı değilim, içiciyim ağbi!” başlıklı yazıyı, düzenleyerek yeniden yayınlama gereğini duydum. Kimin eli, kimin cebinde olduğu belli olmayan bir dönemi yorumlayan yazıyı, buyurun beraber okuyalım.
"Devran dönüyor, döndükçe kefenin cebi, çemberli doluyor. Bu dönüşü Mevlevi tasavvufu olarak yorumlayan kehribarlar, ahlak-i yorgunluğun içinde tespih boncuğu gibi diziliyor.
Hâkim gücün prensleri, güneş batmayacak gibi gündüzün tadını çıkarıyor. Şafağın söküşünü görmeye koşan devşirme çavuşlar, renksiz gözbebekleri ile mahfuz elinde çeltik atmayı marifet sayıyor.
Şehzadelerin kursak muhabbeti, Babil kralı Nabukadnezar’ı aratır boyuta ulaştı. Şehzadelerin rüyaları, karabasanların mekânı olurken, günün ağarmasını kendileri için kurtuluş olarak algılıyor.
“Emaneti ehline verin” yüce talimatını, ahbap-çavuş olarak yorumlayan zihniyetin devşirme kalıpları, yoldaşların önüne, inci - boncuk olarak dökülüyor.
Paşalar, beyler, ağalar, makam telaşına düşerken, “Fırat’ın kenarında bir kuzu zayi olsa, bu sebeple Allah’ın beni hesaba çekmesinden korkarım” diyen yüce adalet mesajı, bu efendilerin elinde hikâye - masal olarak kalıyor.
Günümüzün Ferhatları dağı delmek için dinamit kullanırken, dağın arkasında bekleyen Şirin’i es geçen Ferhat, Leyla’ya talip olmanın yolunu arıyor. Mecnun ise Ferhat ile Leyla’nın aşkına(!) nikâh şahitliği yapıyor. Diyar-Aşk’ın kahramanı Kerem, psikopat olmuş Beyoğlu’nda ring atıyor, Aslı konsomatris olarak, Gezi'ye takılıyor.
Baş Kadı fetva verirken, şeyhülislam adalet dağıtıyor. Beşikteki bebelerden civanmertlik bekleyen veziri azam, Beyt-ül malı, pabuç-çaçalede zulalıyor. Devlet hazinesini ulufe olarak görenler, Adalet-i Kübra’yı, zalimlik olarak yorumluyor.
Kirli düzenin içinde parmak izi olanlar, kibir imparatorluğunun son günü, “Ağbi, satıcı değilim, ben içiciyim!” diyerek sıyrılmayı planlarken, ilahi teraziyi kavrayamadan, yetimin tüyü üzerinden saltanat kurmanın yoluna bakıyor.
Gecenin en zifiri karanlığı, şafağa en yakın olan andır."
Sevgi ile kalın...