Hepimiz biliriz; değerini bilmek elimizdeyken ona sımsıkı sarılmaktır, ilgilenmektir. Yeri geldiğinde koruyup kollamaktır. Onunla ilgili gelişmeleri yakından takip etmektir; sorun varsa müdahale etmektir, çözmektir. İş işten geçtikten sonra “keşke” demek değildir. Bu kapsamda, Türk Boğazlarının değerini biliyor muyuz acaba?
Türk Boğazlarının önemini anlatmayla başlasam sayfalara sığdıramayacağımı fark ettim. Fakat Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, iki satıra sayfaları sığdırmış. O sebeple kendisinden yapacağım alıntı yeterli olacaktır diye düşünüyorum. “2023’e doğru jeopolitik öncelikler Mavi Vatan, Türk Boğazları ve Kıbrıs’tır. Hele hele Türk Boğazları Türk jeopolitiğinin kalbidir, en önemli unsurudur.”
Türk Boğazları ana yurdumuzu ve mavi vatanımızı birleştirip bütünleştiren can damarımızdır; Türk jeopolitiğinin kalbidir. Bu yazıda böylesi hayati fonksiyonları olan Türk Boğazlarıyla ilgili “ne kadar bilgili olduğumuz, onu nasıl yönetiyor olduğumuz, ona değer verip vermediğimiz” konularını sorgulamak istiyorum. Bu sorgulamayı yaparken Türk Boğazlarıyla ilgili çözüm bekleyen pek çok sorunumuz olduğu gerçeğini de ortaya çıkartabilmeyi amaçlıyorum.
SEVR İLE ORTAYA ATILAN “BOĞAZLAR KOMİSYONUNUN” YENİDEN HORTLATILDIĞINI KAÇ KİŞİ BİLİR
“Türk Boğazları” denildiğinde hemen herkesin aklına “Montrö Sözleşmesi” gelir. Bu iki kavramın bir arada kullanıldığı yerlerde vurgulanan konular ise genellikle askeri gemi geçişleri ve emniyeti tehdit eden kazalar olur. Peki herkes tarafından kullanılan bu kavramların anlamları ve içerikleri tam olarak bilinir mi? Bunu anlayabilmek için aşağıdaki sorulara birlikte cevap arayalım.
· Genel kabul görmüş ve herkes tarafından bilinen “Türk Boğazları” tanımı var mıdır? Ulusal mevzuatta bu kavram net olarak tanımlanmış mıdır? Tanımlı ise Türk Boğazlarıyla ilgili savunduğumuz devlet politikasıyla uyumlu mudur?
· Montrö Sözleşmesi Türk Boğazlarında emniyet tedbirleri geliştirmekte elimizi kolumuzu bağlamakta mıdır? Sözleşmenin 2’nci maddesini okuyan herkes bunun öyle olduğunu sanmakta ve o yönde söylemde bulunmaktadır. Peki 2’nci madde elimizi kolumuzu bağlamaz aksine güçlendirir desem buna kaç kişi katılır? Katılmayanlar Montrö Müzakere Tutanaklarını incelemiş midir?
· Türk Boğazları demek sadece Montrö mü demektir? Montrö bir sürecin başlangıcı mıdır, yoksa bitişi midir? Neyin başlangıcı neyin bitişidir?
· Kaç kişi “uğraklı geçiş”, “uğraksız geçiş”, “transit geçiş” kavramlarından haberdardır? Haberdar olanlar “Transit Geçiş” kavramının Türk Boğazlarından geçiş rejimi açısından son derece tehlikeli bir terim olduğunu bilir mi? Bilindiğini farz edelim, bunu hassasiyetle uygular mı?
· Birbirinden tamamen farklı anlamlara ve uygulama alanlarına sahip emniyet (safety) ve güvenlik (security) kavramları, Türk Boğazlarıyla ilgili konularda, net olarak birbirinden ayrılmış mıdır? Bu iki kavramla ilgili düzenlemeler net sınırlarla belirlenmiş midir? Mevzuata bunlar aynı netlikte işlenmiş midir?
· 1998 yılında revize ettiğimiz 1994 tarihli Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü adeta Montrö’nün uygulama talimatıdır. Bu sebepledir ki Tüzük gerekçe gösterilerek Birleşmiş Milletler bünyesinde (BM IMO) 94-99 yılları arasında 5 yıl süren ve Türkiye’yi siyasi açıdan son derece zor durumlara düşüren tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmalar sırasında Sevr ile ortaya atılan “Boğazlar Komisyonunun” yeniden hortlatıldığını kaç kişi bilir? 1998 yılından beri politikamız yeni bir uluslararası siyasi tartışmaya Türkiye’yi sürüklememek için Tüzüğe dokunmamak yönündedir. Peki bu politika eskidi mi? Yerine daha güçlü, daha etkin yeni bir politika mı belirledik? Cevap evetse detaylarını kimler biliyor, hayır ise 2016 yılında Tüzükte neden ulusal menfaatlerimizin gerilemesine neden olan değişiklik yaptık? Bugün Tüzük değişikliği neden yeniden gündemde?
· Türk Boğazlarında ticari menfaatlerini ulusal menfaatlerimizin ve emniyetin önünde tutan birileri var mıdır? Varsa, bu gurupların ticari menfaatlerini elde etmelerine yönelik düzenlemeler yapılmakta mıdır? Yapılıyorsa bunları kimler hangi amaçla yapmaktadır?
· Genel ifadeyle “Boğazlar Meselesi” olarak bilinen meselenin binlerce yıllık geçmişi vardır. Türk Boğazlarıyla ilgili binlerce yıldır sürmekte olan çıkar mücadeleleri vardır. Bu süreçte atılan her adım yapılan her uygulama adeta satranç hamlesi gibidir. Olumlu ya da olumsuz sonucunu hemen göremeyebilirsiniz. Asıl sonuç üç beş hamle sonra ortaya çıkar. Peki Türk Boğazlarıyla ilgili karar vericiler bu gerçeği biliyor mu? Biliyorsa buna yeterince özen gösteriyor, titizlikle uyguluyor mu?
· Türk Boğazlarıyla ilgili belirlenmiş istikrarlı devlet politikalarımız var mıdır? Varsa bunlar halen uygulanmakta mıdır? Ya da içinde bulunduğumuz dönemde Türk Boğazları “değişken bürokrat politikaları” ile mi yönetilmektedir?
· Basın kuruluşları Türk Boğazları ve Montrö ile ilgili kavramlara ne kadar hakimdir? Yapılan haberlerde kullanılan ifadelerin kamuoyu algısında kısa, orta ve uzun vadede yapacağı etkiler ve bunun sonuçları bilinmekte midir?
· Gerek ticari sektörde gerekse kamuda, Türk Boğazlarıyla ilgili konularda karar verici düzeydeki yöneticiler yukarıda sıraladığımız detaylara tamamen hakim midir? Aldıkları kararlarda ve Türk Boğazlarını yönetirken, tüm bu detayları göz önünde bulunduruyorlar mı?
TÜRKİYE’NİN HEM CAN DAMARIDIR HEM DE KALBİ
Hayatımın son 15 yılını hem sahada hem de masa başında sadece Türk Boğazlarıyla ilgili konular üzerinde çalışarak geçirdim. Edindiğim tecrübelerimle yukarıdaki soruların neredeyse tamamına vereceğim cevap maalesef “Olumsuz”dur.
Amacım ortaya felaket senaryosu gibi bir tablo koymak değil. Çünkü henüz uçuruma yuvarlanmış değiliz. Fakat uçurumun ucundayız. Türk halkı olarak hızlı bir biçimde bilinçlenip devlet politikaları üzerindeki denetleme ve hataları yetkililere bildirme görevimizi yerine getirmeye başlarsak; ilgili bürokratlar, siyasetçiler bu sorunlara layıkıyla el atarsa, uçurumdan kolaylıkla uzaklaşırız. Şunu vurgulamam gerekir ki sonradan “keşke” dememek için buna hemen başlamalı ve bir an önce sonuçlandırmalıyız.
Büyük İskender’e atfedilen bir hikaye vardır. Bir gün danışmanlarından birini çağırır ve seni azlediyorum der. Danışmanı “Ama efendim bunca büyük başarı kazandık suçum ne?” diye sorar. İskender “Bugüne kadar bir kez olsun bana yanlış yaptığımı söylemedin. Bu durum ya senin cahilliğinden ya da hatalarımı örtbas etmek istemenden kaynaklanır. Her iki durumda da benim için tehlikesin. Cahilsen yetersizsin, örtbas ettiysen hainsin.”
Türk Boğazlarıyla ilgili konularda cahilliğe de örtbas etmeye de asla tahammülümüz olamaz. Ben yaşanmakta olan hatalı uygulamaların bilgisizlikten kaynaklandığını düşünmek istiyorum. Bu sorunu çözmede katkısı olması için bundan sonraki yazılarımda bilgilendirme görevimi yerine getireceğim. Fakat bu tür hatalı uygulamaların bilinçli ve organize biçimde yapılıyor olması ihtimalinin de soruşturulmasının şart olduğunu düşünüyorum. Unutulmasın Türk Boğazları, Türkiye’nin hem can damarıdır hem de kalbi. İhmal edilmeye gelmez.