Benim yetiştiğim yıllarda Türkiye'de egemen olan kültür nüfus planlaması idi. Radyoda, ama asıl televizyonda ve gazetelerde hep nüfus planlaması işlenirdi. Türkiye'nin ekonomik ve politik geri kalmışlığının en önemli ve belki de birinci nedeni olarak hızla artan nüfus gösterilirdi.
O yıllarda Türkiye'nin nüfus artış hızı yılda yüzde ikinin altına düşünce mutlu olmuştuk. 50 milyon nüfusta yüzde iki artış her yıl bir milyon fazla nüfus demekti. Türkiye'nin ekonomik olanakları bu artan nüfusu karşılayacak kadar güçlü değildi. Ya da bize öyle söyleniyordu.
Yine aynı süreçte Türkiye hızla şehirlileşiyor ve tarım çalışanı ağırlıklı bir nüfustan, sanayi / hizmet sektörü çalışanı ağırlıklı bir nüfusa geçiyordu. Tarımda çalışanlar nüfusun yüzde otuzu iken hızla azalarak yüzde onun altına inmişlerdi.
Kadınlar da çalışma hayatına girmişler; anneler artık çocukları ile daha az zaman geçirmeye başlamışlardı. Çocukları daha çok anneanne ya da babaanneler tarafından büyütülüyorlardı.
1970'li yıllarda benim ailem çok büyük bir apartmanda oturuyordu. Annelerin en az yarısı çalışıyordu. Hiç bir ailenin üç çocuğu yoktu. Apartmanda tek çok çocuklu aile, apartman görevlisinin, o zamanın tanımlaması ile kapıcınınailesi idi. Apartman görevlimiz doğu illerimizin birinden gelmişti ve ilk işi bizim apartmandı. Sanırım altı çocuğu vardı.
Apartman görevlimizin yoksulluğunu gördükçe nüfus planlaması söylemine çok daha fazla inanmaya başlamıştım. Gerçekten de 1970 ve 1980'lerin Türkiye'sinde nüfus artısı çok büyük bir sorun gibi görülüyordu.
***
Ama aradan 25 yıl geçince gördük ki kazın ayağı pek de öyle değilmiş. Bir zamanlar Türkiye'nin ekonomik gelişmesine engel olduğunu düşündüğümüz nüfus artışı, şimdi nüfus artmayışı olunca Türkiye'nin ekonomik büyümesine yine engel olma potansiyeline girdi.
Ülkelerin demografik yapıları, yani nüfus durumları öyle üç beş yılda değiştirilmiyor. Eğer zamanında önlem alınmazsa bir noktadan sonra geri dönebilmek nerede ise olanaksız oluyor. O nedenle ülkemizin 2030 - 2050 nüfus planlamasının şimdi konuşulması ve eylem alınması en azından ekonomik olarak çok doğru bir karardır.
Bu satırların yazarının ne yazık ki tek çocuğu var.
Yani ben de eşim ile Türkiye'nin nüfusunun körelmesine katkıda bulundum. Bizim bahanemiz, eşim ve benim ikimizin de çalışması ve iyi bir çocuk yetiştirme özlemi idi.
Çocuğu olanlar biliyordur zaten, çocuk yetiştirmek oldukça masraflı bir iş. Hele iyi bir eğitim alsın isterseniz daha da sıkılmanız gerekiyor.
İste biz ve bizim gibiler bu bahanelerin (ve aslında kişisel rahatlık isteğinin) arkasına saklanıp Türkiye nüfusunun azalma sürecine girmesine neden olduk.
Şimdilerde hükümetimiz “çocuk teşviki” yermeyi düşünüyormuş.
Bizce yerinde bir girişim. Zaten birçok Avrupa Birliği ülkesinde de var.
Ama eksik.
Sadece çocuklu ailelere para yardımı yapmak, kaliteli nüfus sahibi olmaya yetmeyecektir. Türkiye'de son on yılda hızla iyileşen sağlık ve eğitim konularının da mutlaka iki gömlek daha yukarı çıkarılması gerekir.
Ancak bu durumda üç çocuk sahibi aileler ülkemizin gereksinimi olan kaliteli nüfusa katkıda bulunabilirler.
Yoksa yine 1960 ve 1970'lerde olduğu gibi “ne iş olsa yaparım abi” türü bir hızla artan nüfusumuz olur ki, bu tür bir nüfus ile bırakın Avrupa ülkelerini, Japonya'yı ya da Kore'yi yakalamayı, Hindistan ya da Çin'i bile yakalayamayız…
***
Bu yazıyı kaleme almama neden olan bilgi, HÜRRİYET gazetesi köşe yazarlarından Gila Benmayor’un kaleme aldığı bir yazı idi. Yazarın 28 Haziran 2013 tarihli yazısında, TEPAV ekonomistlerinden Esen Çağlar’ın bir yazısına atıfta bulunulmuş.
Esen Çağlar, Türkiye’nin ekonomik gelişmişlik düzeyi ve eğitim düzeyi konusunda uluslararası bir karşılaştırma yapıyor. ( http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23603668.asp )
Şöyle ki önce TÜRKİYE ile benzer kişi başına gelir düzeyine sahip ülkelerin eğitim durumlarını karşılaştırıyor.( http://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/3957 )
Tablo 1: Türkiye ile benzer gelir düzeyine sahip ülkeler ve bu ülkelerin eğitim düzeyleri
Tabloya göre Türkiye’nim kişi başına geliri 13.466 Dolar. Bu gelir ile Dünyada 66. Sıradayız.
Bizimle benzer kişi başına geliri olan ülkeler (dört üstümüz ve beş altımız; toplam on ülke) içinde en düşük eğitim düzeyi kişi başına ortalama 6,5 yılla Türkiye’de…
Bizden kişi başına geliri sadece 307 dolar fazla olan Letonya’da ve 275 dolar eksik olan Beyaz Rusya’da eğitim düzeyi kişi başına ortalama 11,5 yıl.
Bir tek eğitim düzeyi kişi başına ortalama 7,5 yıl olan Gabon’a yakınız…
…
İkinci Tablo ise daha da ilginç:
Tablo 2: Türkiye ile benzer eğitim düzeyine sahip ülkeler ve bu ülkelerin kişi başı gelirleri
Bu tablo bu kere kişi başına ortalama eğitim yılına göre bir sıralama yapmış. Türkiye kişi başına ortalama 6,5 yılla dünya ülkeleri içinde 137.inci sırada.
Ama ne ilginçtir ki, bizimle benzer kişi başına ortalama eğitim yılı olan ülkeler (beş üstümüz ve beş altımız; toplam on bir ülke) içinde en YÜKSEK kişi başına geliri olan ülke (Kuveyt hariç) uzak ara ile Türkiye…
Petrol ve doğal gaz zengini Kuveyt dışında, eğitim düzeyimiz benzer olan en yakın ülke Tunus’tan bir buçuk kat daha zenginiz…
***
Esen Çağlar yazısında bir ekonomist olarak bu durumu nasıl açıkladığını anlatıyor.
Yine de ben Esen beyden başka bir resim görüyorum: Eğitim düzeyi çok düşük; ama çalışkan, hırslı ve girişimci bir ülke.
Demek ki eğer eğitim düzeyini de bir parça yukarı çekebilsek ekonomik gelişmişliğimiz nasıl artacak ?
***
O nedenle “Üç Çocuk” konusunda her ortamda ısrarcı olan Sayın Başbakanımızdan kişisel ricam, bu söylemi “Çok İyi eğitimli Üç Çocuk” olarak değiştirmesi ve “hele sen bir doğur, Tanrı rızkını verir” söyleminden de mutlaka vaz geçilmesidir.
Ertuğ Yaşar;
Tuzla, İstanbul; 04.07.2013