Almanya Başbakanı Angela Merkel, geçen hafta Hanover kentinde düzenlenen bir fuarın açış konuşmasını yapmış. O konuşmasını yaparken Almanya’ya resmi ziyaret yapan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de dinleyiciler arasındaymış.
Merkel konuşmasında, Almanya olarak Rusya ekonomisinin çeşitlenmesini ve yaratıcı olmasını istediklerini; ancak bu durumun gerçekleşmesi için aktif bir sivil toplum varlığının şart olduğuna işaret etmiş. Alman Başbakanı Merkel, bir ekonominin gelişmesi için Sivil Toplum Örgütlerinin / Kuruluşlarının varlığının ve serbest çalışmasının önemine değinmiş.
Merkel’in Putin huzurunda sarf ettiği bu sözleri dinleyici olan Almanlardan ciddi alkış ve destek almış.
…
Size hiçbir şey ifade etmeyen bir haber değil mi ?
Aslında belki bana da ifade etmeyecekti; eğer ki Rusya’da Vladimir Putin’in yeni Başkanlık dönemi başladıktan sonra geçen Temmuz ayında yürürlüğe konan Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) faaliyetlerini denetleyen yasayı bilmeseydim.
Rusya’nın STK’larını denetlemek amacı ile çıkardığı yasa, Avrupa Birliği tarafında çok tepki çekti. Üstelik Ruslar sadece yasayı çıkarmakla kalmadılar; bu yasayı fazlası ile de uyguladılar.
Avrupalıların yasa ile ilgili temel eleştirisi, yurtdışından maddi yardım alan Rus STK’larının, bu katkıları merkezi hükümete bildirme zorunluluğu ve bu türlü STK’ların da resmi olarak “yabancıların ajanı” olarak tanımlanması zorunluluğu idi (“ajan” derken illa “gizli ajan” anlamayalım. “Aracı” gibi de düşünebilirsiniz. Ama tabi ki bu tanımlama “aşağılayıcı” bir sınıflama olarak görülmüştür).
İşte başta Almanlar olmak üzere diğer Avrupalılar, Rusya’da faaliyet gösteren STK’ların bu türlü bir manevi baskı altında olmasını ve hatta zaman zaman ofislerinin Rus polisince fiili olarak basılarak evraklarının aranmasını anti-demokratik buluyorlar.
Örneğin Almanların Saint Petersbourg’ta kurulu Konrad Adenauer Vakfı (KAS) ve Moskova’da kurulu Friedrich Ebert Vakfı da (FES) polis baskınlarından paylarını almışlar.
Ben de olayları Batı medyası gözünden okuyan bir kişi olarak Avrupalıları haklı buluyordum…
Ta ki Merkel’in konuşmasına kadar !!!
Merkel’in konuşması beni uyandırdı ya da aydırdı… Neden Almanlar bu konuya bu kadar takıklar ki ?
Sonuç olarak polis baskını tabi ki anti-demokratik bir yaklaşımdır; ama ülke içinde kurulu bir STK’nın, yabancılardan para yardımı alarak sadece Rusya lehine çalışacağını ve parayı veren ülke lehine çalışmayacağını düşünmek ne kadar gerçekçi olur ?
***
Ne yazık ki bu durum ve tartışma, benim aklıma 2007 ve 2008’de Tuzla’da yaşanan kazalar sırasında sokaklarda dolaşan bazı dedikodu ve iddiaları getirdi.
Bir anda dünyanın beşinci büyük ve (Almanya’yı da geçerek) Avrupa’nın birinci büyük Gemi İnşa sektörüne sahip olan ülkemizde acaba yaşanan (ve tabi ki bir tanesi bile olmaması gereken) tersane kazaları çok mu abartılıyordu ?
Tersanelerimiz, iş kazaları anlamında:
- Ülkemizdeki diğer ağır sanayi kollarından;
- ya da Türkiye’nin genelinden;
- ya da rakibimiz olan (Japonya dışında) gelişmekte olan diğer ülkelerden (Çin, Vietnam, Romanya, Tayvan, Hindistan ve hatta Güney Kore gibi ülkelerden),
çok mu uzakta idi;
çok daha mı kötü idi?
Eldeki veriler böyle “olmadığını” gösterirken, 2007 ve 2008 yılındaki bu (neredeyse) “sivil kalkışmanın” acaba özel bir nedeni, ya da yabancı bir maddi / manevi destekleyicisi olabilir miydi?
Hiçbir bilgimiz, kastimiz ya da yüklemeye çalıştığımız özel bir anlamımız kesinkes yoktur. Ama modern kapitalizmin izlediği yolları öğrendikçe ve bazen olaylara Batıdan değil de Doğudan bakınca “acaba biz yanlış bir resim mi görüyoruz ?” diye de düşünmeden edemiyorum…
Ya siz?
Ertuğ Yaşar;
Tuzla, İstanbul; 08.04.2013
