O kadar çok su kaldırır ki bu Pilav… Çünkü çok tartışılan bir konudur bu !
Yani kayıtdışı ekonomide yaratılan paranın bir biçimde yurtdışına çıkmış olması ya da zaten yurtdışında kazanılmış ve ülkeye hiç gelmemiş olması.
1990’lı yıllarda Türkiye ile Avrupa Birliği (A.B) ülkeleri ekonomileri karşılaştırılırken, sesimiz çok yüksek çıkmasa da şunu söylerdik: Bizim Türkiye’de kayıtdışı sizin ülkelerinizden çok fazladır. Belki %50’dir. O nedenle resmi istatistikler bizim ülkemizin gerçek zenginliği yansıtmamaktadır.
Sesimizi pek yükseltemezdik, çünkü “akım derken b.kum demekten” çekinirdik. Yani Türkiye ekonomisinin büyüklüğünü anlatmak iyi de bunun yarısının kayıtdışında olduğunu söylemek … Avrupa’da ne kadar kabul görebilirdi ki ?
O günlerde iyi anımsıyorum ki A.B’de kayıtdışılıkta en başta giden ülke İtalya idi ve onların kayıtdışı ekonomi oranının %30’ların altında falan olduğu hesaplanıyordu / söyleniyordu.
Gerçekten de 1990’lı yılları ve öncesini anımsayanlar ne demek istediğimizi hemen anlayacaklar. Sanırım büyük holdingler de dahil hemen hiçbir şirkette çalışanlara ödenen maaşlar tam gösterilmezdi. O zamanlar maaşların banka hesabına ödenmesi de pek revaçta olan bir uygulama olmadığı için, şirket muhasebeleri çalışanlar için iki zarf hazırlarlardı: Biri deklare edilen resmi maaş; biri de ön kasadan / arka kasadan / örtülü kasadan ödenen açık maaş…
Neyse ki 2000’li yıllardan sonra Türkiye’de de kayıtdışı ile savaşım bilinci gelişti.
Aslında Türkiye’de kayıtdışının bu kadar yüksek olmasının temel nedeni de hükümetlerin kendisi idi. 1950’den 2000 yılına kadar üç-beş yıl dışında sadece sağcı muhafazakar hükümetlerce yönetilen Türkiye’de, bu sağcı / muhafazakar partiler (Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi) kendi asıl seçim tabanları olan tarım kesimi, iş adamı, esnaf ve tüccarların vergi ile canını sıkmak istemiyordu. O nedenle de vergi toplamak yerine iç borçlanmaya ve enflasyon yaratarak başka bir anlamda vergi toplanma yoluna gidildi.
Ancak 2001 krizinden sonra ve özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri döneminde, bu anlayış değiştirildi. Önce Kemal Unakıtan, şimdi de Mehmet Şimşek, Maliye Bakanı olarak, zaten pratikten de geldikleri için, kaçak yollarını kesmeye başladılar.
***
Geçenlerde o kadar hoşuma gitti ki. Eşimin İstanbul Beşiktaş’ta ufacık (1 + 0) bir dairesi var. 650 TL’ye kirada. Kirası hep banka hesabına yatıyor. Geçen yıl da bu yıl da Maliye eşime hazır beyanname yolladı; “Sen yorulma; bak biz beyannameyi zaten hazırladık. Sen sadece vergiyi öde” demecesine…
Biliyorsunuz bu gibi durumlarda biz Türklerin genel tepkisi, “benden ne kadar zengin insanlar var. Onlar vergilerini veriyorlar mı ki ben tam vereyim. Bana gelene kadar ohhohooo…” biçimindedir.
Eşim hiç öyle yapmadan vergisini tıkır tıkır ödüyor tabi. Önce herkes kendi kapısının önünü temizlesin mantığı ile ve belki de miktar küçük olduğu için…
Tabi iş adamına, sanayiciye, tüccara, … zor gelir bu vergileri ödemek.
Sen gece gündüz demeden (affedersiniz) “eşek” gibi çalış, didin, uğraş, bütün riskleri al, elin adamların ağız kokusunu, kaprisini, derdini çek; sonra gelsin Devlet kazancının %20’sini alsın. Zaten istihdam için aşırı bir vergi veriyorsun. Çalışanın eline geçen sadece 60 lira iken, ödenen vergilerle bu maliyet 100 liraya çıkıyor.
Ohhh ne ala memleket !
Hem de yanı başında senden kat ve kat zengin olduğunu düşündüğün Ahmet bey / Mehmet bey beş kuruş vergi vermezken !!!
Bu yaklaşımı mutlaka aşmamız gerekiyor. Ama bunun için önce bütün toplum bireylerinin, Devletin vergi uygulamalarının herkese eşit ve adil olarak uygulandığına inanması gerekir. Bizce Türkiye’de daha bu inançtan bir parça uzaktayız, değil mi ?
İşte bu inanç, yani tam adalet ve şeffaflık duygusu tam oturmadan, ne kadar Varlık Barışı yaparsak yapalım bence kayıtdışı ile mücadelede tam başarılı olamayız. Yok, mutlaka bir miktar para gelir yurtdışından. Ama zaten o para bir biçimde “aklanmayı” bekliyordur; o “aklanma için” bir maliyeti zaten göze almıştır. O nedenle gelir.
Ne var ki, ben de zengin olsam ve yurtdışında param olsa (ne yazık ki (!) ikisi de değilim L) sanırım bu Devlete ve uygulamalarına güvenerek bütün varlığımı Türkiye’ye getirmezdim.
Ya siz ?
Ertuğ Yaşar;
Tuzla, İstanbul; 10.05.2013